Yaşadığımız çağın en belirgin özellikleri, teknoloji ve özellikle bilişim teknolojisindeki gelişmelerdir. İnternetin hayatımızın her alanına girmesiyle birlikte, devletle, toplumla, ailemizle ve bireylerle olan ilişkimiz değişti ve yeniden tanımlanır hale geldi.
 
Hayatımızdan çıkardıklarımız yanında hayatımızın bir parçası haline gelenlerde var. 
 
Bilgisayarlar, tabletler, akıllı cep telefonları, bilgisayar donanımlı araç gereçler, dijital teknoloji ile çalışan televizyonlar, akıllı evler, mobil bankacılık faaliyetleri gibi ürünler ve her gün ortaya atılan pek çok teknolojik yenilik, yaşamımıza yeni boyutlar katarken, yüz yüze insan ilişkileri, mektuplaşma, yardımlaşma gibi insani boyutlar yavaş yavaş hayatımızdan çıkıyor. İnsanı bir meta olarak görme alışkanlığı depreşiyor.
 
Teknolojiye olan bağımlılığımızla birlikte muhabbetimiz de artarken, insana olan ihtiyacımız azaldıkça, insani olan her şeye muhabbetimizde de bir zayıflama hâsıl oluyor.
 
 Çevresine duyarsız, kapı komşusundan bihaber, acılar ve sevinçler karşısında duygusuz, kulaklarını dış dünyaya kapatmış, paylaşmasını bilmeyen ben merkezli bir insan profili karşımıza çıkıyor. Âdeta kendi sesinden başka kimsenin sesini duymak istemeyen işitme engelli bir toplumla karşı karşıyayız.
 
Kendisi dışındaki bütün görüşleri kapalı ve onları işitmek istemeyen, hatta yok sayan bir tekilci ve tekelci düşünce yapısı gittikçe yaygınlaşıyor. Her şeyi komutla, tek tuşa dokunmakla çözmeye programlanmış bir zihniyet, insanların robotlaşmasını, akıllı telefonunun bir tuşunun işlevini görmesini istiyor. Sorgusuz ve sualsiz itaat istiyor.
 
Bu durum belki insanların fiziki anlamda konforunu artırıyor, ancak psikolojisini ve ruh konforunu aynı şekilde artırmıyor. Unutmamak gerekir ki artık, zengini, yoksulu; okumuşu, cahili; büyüğü, küçüğü; herkesin elinde başkaları tarafından programlanmış bir akıllı cep telefonu var. Akılsız akıllılar türedi. Herkes hakikatin tek temsilcisi olarak kendisini görüyor ama hakikatin ne olduğundan habersizler. Bir kör dövüşüdür gidiyor.
 
Bu şekilde varmak istediğimiz yere, geçmişimizle övündüğümüz, istikbalde varmak istediğimiz hedeflerimize ulaşamayız. Birbirimizin farkına varmadan, dinlemeden, farklılıklarımızı zenginliklerimiz olarak kabul etmeden ve her şeyden önemlisi bu kör dövüşüne bir son vermeden huzurlu bir limana demir atamayız.
 
  Birbirimize karşı, kulaklarımızı bir radar gibi sonuna kadar açmalıyız. Verilen her sinyali işitmeliyiz, bir kurmay aklı gibi değerlendirmeliyiz, anlamaya çalışmalıyız. Önyargılarımızı vestiyerde asılı bırakarak, vicdanın rehberliğinde toplumsal bir mutabakat oluşturmalıyız. Ortak noktalarımızın ne kadar çok olduğunu yeniden keşfedersek, hatırlarsak, hatırlatırsak, ortak akılla geleceğimizi inşa edebiliriz.