Bir yılı daha ardımızda bıraktık. 1 Ocak hain terör saldırısı ile kaybettiğimiz 39 canımızın acısıyla, üzüntüsü ile başladığımız yıl ne yazık ki bütün yıl boyunca insanlık adına pek umut verici gelişmelere sahne olmadı. Başlangıcı gibi bitişi de sancılı oldu. ABD Başkanı Trump’ın Kudüs kararı, İran’da sokakların karışması, coğrafyamızda yaşanan olayların daha karmaşık bir hale geleceğinin sinyallerini veriyor.

Güzel ülkemiz zor günler geçiriyor. Kendi içerisindeki sorunları henüz tam anlamıyla çözememişken, etrafımızda gelişen olaylarla da başa çıkmaya çalışıyor. Üstelik her geçen gün kartopu gibi büyüyen sorunların, nerede duracağı ile ilgili bir öngörü ortada yokken.

Etrafımızı, zalimlerin zulmü ve onların kurbanları mazlumların feryad-ı figanları sarmış durumda. Mazlumların tek sığınak olarak gördüğü ülkemiz, gücü yettiğince onlara yetişmeye çalışıyor, kollarını olabildiğince açmaya çalışıyor. Milyonlarca göçmene, kapısını, evini ve gönlünü açmış, tarihinin üzerine yüklediği sorumluluğunun bilinciyle hareket ediyor. Nerede bir mazlumun iniltisini, yardım çığlığını duysa oraya yetişmeye gayret ediyor.

Küresel sistemin efendileri, bu coğrafyada yeni bir yapboz oyunu oynuyorlar. Demokrasi, insan hakları gibi değerlerin arkasına mevzilenerek, ateş ediyorlar. Dün Irak’ta, bugün Suriye’de, yarın İran’da milyonlarca insanın en temel hakkı olan yaşama hakkını elinden aldılar, almaya devam ediyorlar.

Bir ahlak körlüğü, bir vicdan körlüğü dayatıyorlar.

Bilmediği, anlamadığı, anlamlandıramadığı bir savaşta en acımasız silahlardan çıkan bombaların altında, vatanını, evini ve sevdiklerini kaybedenler, daha acılarını yaşamaya vakit bulmadan Akdeniz’in sularında kendi acılarıyla boğuluyorlar.

Bu vahşetin karşısında bütünün insanlık sessiz. Zannediyorlar ki; sesini çıkarmadığında ona dokunulmayacak, yaşama ümidini sürdürmek istiyorlar. Oysa vicdanının sesini işitmeyen, hissetmeyen insan zaten ölüdür. Ölüm, ruhun bedenden ayrılması ile vaki olur, bedenin yok olması ile değil. Ruh, vicdan şeklinde kendini belli eder.

Bu devrin en büyük silahı, algı yönetimini etkili kullanmaktır. Gerçekleri ters yüz ederek, insanları sanal bir dünyanın figüranları haline getirme becerisidir bir anlamda.

En ahlak dışı olayların, savaşların, zorbalıkların nasıl güzel bir ambalajlarla insanlara pazarlandığına şahit oluyoruz. Şüphesiz hiçbir ahlaki değer gözetmeden pazarlayanlar kadar, sorgulamadan, düşünmeden her şeyin alıcısı konumunda olanlarda sorunludurlar.

Sıradan insanların, ruhunu, vicdanını şeytana pazarladığı yer buradan başlar. Düşünmeden, akletmeden, adeta mankurtlaşmışçasına iradesini bir başkasının emrine teslim etmek başka türlü tarif edilemez. Soru sormayı, sorularına cevap bulmayı başaramamış bir zihin, başkalarının algılarıyla oynamasına, yalanlarını gerçekmiş gibi satmasına teşnedir.

Geçmiş yılda olduğu gibi bu yılda insanlığı bekleyen en büyük tehlike bu. Sormayan, sorgulamayan, tepki koymayan bir insan portresinin, ressamlara sipariş verilmesidir. Bu ressamlar bazen, siyasetçi kılığında, bazen bir sivil toplum örgütü kılığında, bazen küresel kurum, kuruluş ve devlet kılığında karşımıza çıkıyor.

Fikri hür, vicdanı hür birey yetiştirmek en büyük hedefimiz olmalı. Hiç bir şey yapmayıp gaipten Hızır bekleyen bir anlayıştan, her insanı Hızır gibi yetiştirmeliyiz.