Birkaç gün önce akşam saatlerinde yorgun argın televizyonun başında fındık kabuğunu bile doldurmaktan uzak tartışma programlarından birisini izlerken, arayan bir arkadaşımız "-Ne yapıyosun, son bir kaç gündür beni aradığın sorduğun yok. Bak yıllar su gibi geçiyor, böylesi zamanlar hepimiz için yeni kararlar alma, yanlış gördüğümüz alışkanlıkları değiştirme, olumsuz anlardan olumlu günlere doğru yol alma zamanlarıdır. Senin de kendi pencerenden yanlış gördüğün alışkanlıklarını değiştirmen için tam uygun zaman. İstersen kararları sen ver ben not alayım" şeklinde konuştu durdu.

Bizi arayan arkadaşımıza bu kadar düşünceli davranışı dolayısı ile teşekkür ettikten ve kendisine "Senin o söylediklerini kendi hayatımıza uygulayalı ve bizim için çok önemli sayılabilecek alışkanlıklarımızı değiştireli yıllar oldu, ancak bir zaman sonra iyi yada kötü alışkanlıklarımızı birden bire hiç alışık olmadığımız kadar hızlı değştirmeye çalışmak hem ruhumuza hem bedenimize ağır geliyorr, bu aşamadan sonra bize düşen sahip olduklarımıza daha sıkı sarılmak ve değer vermektir" diyerek konuşmayı sonlandırdık.

Telefonu kapatmadan önce arkadaşımıza güçlü kalemiyle tüm dünyada ün kazanmış olan yazar Chuck Palahniuk'in tüketim kültürüne, hırs ve üstünlük duygusuna, güzellik idealine ve iş dünyasına ağır bir eleştiri olan Dövüş Kulübü isimli eseri  okumasını  yada o muhteşem kitaptan uyarlanan sinema filmini seyretmesini,Eğer seyretmediyse  çok şey kaçırdığını tekrar tekrar ifade ettik.

Dövüş Kulübü isimli sinema filmi daha çok baş rollerini Brad Pitt ve Edward Norton'un oynadığı film ile biliniyor.

Yıllar önce Dövüş Kulübü isimli eseri okuduğumuzda daha sonrada kitaptan sinemaya uyarlanan filmi seyrettiğimizde eserde bulunan bazı sözlerin insanın boğazına düğümlendiğini ve yaşadığımız anlamsız hayatı sorgulamamamıza sebep olan her şeyden kaçıp uzaklara gitme isteği uyandırma hissini hemen her seferinde taşıdığımızı düşünüyoruz.

Özellikle “Her gün işe gidiyorsun. Akşamları erken uyuyorsun, Ve bunun karşılığında aldığın tek şey koltuk takımı. Gerçekten acınası bir durumdasın, Yuva yapma iç güdülerine tutsak düşen tek ben değildim... Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra aradığınız tabak takımı, Sonra hayallerinizdeki yatak, Perdeler, Halılar, Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduğun şeyler gün gelir senin sahibin olur.” şeklindeki replik galiba bu dünyada yaşayan hemen herkesin ortak duygusu olarak hayatımızda önemli bir yer tutuyor.

Gençlik yıllarında su gibi geçen ve bir türlü durduramadığımız “Delifişek” zamanlarımızda galiba ihtiyacımız olan en son eşyadır televizyonun karşısındaki kanepe, yirmili, otuzlu, hatta kırklı yaşlarda evin en güzel yerinde duran Kanepe hiç kimse için bir anlam ifade etmez, kanepe hep oradadır ama yüz bulamaz kimseden ne zamanki kırklı yılların sonlarına doğru gelinir işte o zaman bu yaş grubunun en büyük özlemi olur, en sevdiği eşya haline gelir televizyonun tam karşısındaki muhteşem Koltuk.

Askerden gelirsiniz, hem daha iyi bir hayat yaşamak hemde bulunduğunuz mekandan sınıf atlamak bir üst basamağa çıkmak adına iyi bir iş ararsınız, Şansınız varsa talep ettiğiniz işe kısa bir zaman sonra kavuştuğunuz andan itibaren hane halkı sizin için “Helal süt emmiş bir kız” aramaya başlamıştır bile.

Kendi çabalarınızla olmadı aile büyükleriniz vesilesi ile “Helal süt emmiş kızı da” bulduğunuzda iş bir anda ömrümüzün sonuna kadar sahip olduğunu sandığımız ama daha çok bize sahip olan kanepeyi ve kanepeyi tamamlayan başta televizyon olmak üzere diğer ekipmanları eve taşıma trafiği başlar.

Koltuk odaklı ev eşyalarının tamamlanması ile başlayan koşuşturma da artık yerini daha dingin daha sakin bir ortama bırakır ve bundan sonra tek derdiniz var olan işinizi, hayat standardınızı ve evinizdeki Koltuğu korumaya odaklanır.

Büyük şehirlerin merkezinde yada en kenar semtlerinde kapı komşunuzu bile tanıma imkanınız olamayan dev sitelere taşınırsınız, Sabahları işe gitmek için iki vasıta kullananın kendisini şanslı saydığı bir düzende mesai saatleriniz pazartesi-Cuma ise normal günlerde tatil olarak bildiğimiz Cumartesi ve Pazar günlerini de çocuklarınızın geleceğini sağlama almak adına isimleri ve sayıları belli olmayan kurslara, Etüt merkezlerine bir yarış atı hızı ile koşturur durursunuz.

Böylesi durumlarda yollar tıkalıdır, trafik hiçbir zaman sizi istediğiniz saatte istediğiniz yere götürmez, Sabahın alaca karanlığında varmak istediğiniz yere ulaşmak adına köşedeki börekçiden alabildiğiniz kahvaltılıkları bile araç içerisinde yemeğe çalışıp, sabah karanlıkta çıktığınız evinize yine gece karanlığında ulaştığınızda yaşınızın artık geçtiğini ve yıllar yılı görmezden geldiğiniz koltuğa ulaşmak ve o koltuğa boylu boyunca uzanmanın verdiği keyfi hiçbir şeye değiştirmezsiniz.

Aradan geçen uzun yıllar sonrasında sizinle birlikte koltuğun da eskidiğini hissedersiniz, Üniversiteye başladıktan sonra asla sizin olmayan çocuklarınız tatil zamanlarında eve geldiklerinde “Anne-Baba bu koltuk bu televizyon, bu koltuk takımı eskidi, bunları değiştirmek için , yenilemek için daha ne bekliyorsunuz Allah aşkına” dediği anda başta koltuk olmak üzere bütün Koltuk takımına aşık olduğunuzun onlar istese bile artık sizin onları terk etmenizin mümkün olmadığını acı da olsa fark edersiniz.

Babamızın ölümünden sonra annemiz son nefesini verinceye kadar yalnız yaşadı, ihtiyacı olmamasına rağmen yaşadığı eve eşya çokluğundan dolayı giremezdiniz yada çok zor girerdiniz, Bize göre işe yaramayan herhangi bir eşyası için “Anacığım bu sehpa artık ayakta duramıyor, bunu atalım sana yeni sehpa alalım” dediğimiz andan itibaren kıyamet kopar, yemediğimiz fırça kalmaz, “Bana karışmayın siz gidin kendi evinizdeki eşyaları sokağa atın” der bizi evden kovardı.

Annemizin o zaman bize garip gelen bu “Eşya tutkusu” belli bir zamandır bizde de kendisini göstermeye başladı, bırakın Koltuk ve koltuk takımını artık giyilecek hali kalmamış ayakkabılarımızı, Takım elbiselerimizi bile atmaya bile kıyamıyoruz ve farkına varıyoruz ki artık o eşyaların sahibi bizi esir almış.

Bu aralar sabahları işe giderken akşam ile ilgili tek hedefimiz eve geri döner dönmez bizi büyük bir özlemle bekleyen televizyonun karşısındaki koltuğa boylu boyunca uzanmak. Biz de artık anlıyoruz ki işlerimiz iyide gitse kötü de gitse yaptığımız en iyi işlerden birisi yıllar önce Koltuk takımını almak olmuş.

Geçen yıllar içerisinde bizim sahip olduğumuzu sandığımız ama gerçekte bize sahip olan eşyalar artık hayatımızın değişmez gerçekleri. Belki de bu yüzden Dövüş Kulübü isimli kitap ve o kitaptan sinemaya uyarlanan sinema filmini bu kadar çok seviyoruz, bizim gibi milyonlarca insan bu esere bizim baktığımız pencereden bakıyor.

ACI GERÇEK: Kendi kendimize derdik ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağımız son kanepe. Kanepeyi aldık ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işimiz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu anladık. Sonra aradığımız tabak takımı, hayallerimizdeki yatak, perdeler, halılar. Sonra o güzel yuvamızda kısılıp kaldık ve acı da olsa farkına vardık ki bir zamanlar sahip olduğumuz şeyler gün gelmiş bizim sahibimiz olmuş.