Son dönemlerde dış politikada baş döndürücü bir hızla gelişen olaylar hepimizi şaşkınlık içerisinde bırakıyor. Siyasette her zaman böyle işler olur denilse de, gün içerisinde nerede ise saat başı meydana gelen değişimler bizim de başımızı döndürüyor, kafamızı karıştırıyor.

Etrafımız ateş çemberi.

Bir taraftan sınırlarımızın hemen yanı başında verdiğimiz mücadele sırasında toprağa düşen şehitlerimizin ateşi hepimizi yakıp kavururken, diğer taraftan ekonomik noktada birbiri üzerine aldığımız darbeler bizi derin acılar içerisinde bırakıyor.

Bir gerçeği peşin peşin belirtmekte fayda var.

-Başta ABD olmak üzere hiçbir devletin Türkiye üzerinde plan yapmasına,

-Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde operasyon uygulamasına,

-Türk siyasetini kendi görüşlerine göre dizayn etmelerine

-Bize kendi kafalarına göre rol biçmelerine

bir Türk milliyetçisi olarak dün karşıydık, bugün de karşıyız, ömrümüz oldukça da karşı olmaya devam edeceğiz.

Emperyalist ülkelerin Türk’e kefen biçmeye çalışırken elbette ki bizim de sınırlarımız içerisinde ya da sınırlarımız dışında yaşayan vatandaşlarımızın hakkını-hukukunu korumak adına var olan bütün argümanları kullanıp “Bize yapılan bir iyiliğe de, kötülüğe de anında cevap verecek” durumda olduğumuzu da dost-düşman herkese ilan etmek durumundayız.

Buraya kadar her şey normal. 84 milyon Türk insanının da bizim gibi düşündüklerini, bizimle aynı duyguları paylaştıklarını biliyoruz, gönülden inanıyoruz.

Asıl sıkıntımız bize meydan okuyan ve canları sıkıldıkça bu millete yaptırım üzerine yaptırım uygulayan emperyalist güçlere karşı, zaman içerisinde gider yapmanın dışında neler yapabileceğimiz sorusuna cevap bulamayışımızdır.

Gece yatıp sabah uyandığımızda artık nerede ise dünyanın geçerli tek parası haline gelen doların, hepimizin dudaklarını uçuklatacak noktada yukarılara doğru tırmanmasının yaşattığı şoktan bir Türk milliyetçisi olarak keyif almadığımızı zaten yazımızın başında söylemiştik.

Peki ya sonrası?

Bizim yazılarımızı takip eden okuyucularımız bilir.

-Siyasetçilerin hamaset yapmasından öteden beri hoşlanmayız.

-Koyu bir parti taassubu içerisinde değiliz.

Dolayısı ile doğru kimden gelirse gelsin doğruluğunu kabul etmeye, yanlış en yakınımızdan bile kaynaklansa bir saniye bile durmadan yaptığınız yanlış ifadesini kullanmayı bir hayat felsefesi haline getirmeye çalışıyoruz.

İçerisinde bulunduğumuz günlerde gece yatıp sabah uyandığımızda  doların çift rakamlar üzerine çıktığı anlarda karşı karşıya kaldığımız ruh halini 84 milyon vatandaşımızın da yaşadığını tahmin ettiğimizden “-Nerede duracak bu işin sonu?" sorusuna cevap bulmaya çalıştık.

ABD doları daha sonraları çok az miktarda aşağılara doğru indiyse de ticaretini dolar ile yapmak zorunda kalan çok sayıda iş adamımız bu günlerde soğuk ter dökmeye devam ediyor, zira durum bilindiğinden daha da vahim.

Bu arada ufak bir araştırma yaptıktan sonra Ankara’da ikamet eden bir kaç ekonomistten Türkiye’nin an itibarı ile dış borcunun yaklaşık 450 milyar dolar olduğunu öğrendik,

Türkiye’de Edirne’den, Kars’a kadar yaşayan vatandaşlarımızın tamamını ilgilendiren  yaklaşık 450 milyar dolar dış borcun neler ifade ettiğini anlatabilmek için epey bir zaman harcamamız gerektiğine inanıyoruz.

Böylesi bir noktada yani 450  milyar dolar dış borcun bulunduğu süreçte bir takım akl-ı evvellerin “Bize de dolardan bunu ABD’liler düşünsün” şeklindeki insanı ortadan ikiye ayıran angutluklarını bir kenara bıraktığımızda, kendisini aydın olarak görenlerin “Ne yapsak da Türk insanını borçsuz ve dışa bağımlı olmaktan çıkartacak adımları atsak” şeklindeki feryatlarına daha fazla kulak asmak gerektiğine inanıyoruz.

-Türkiye elektriği dışarıdan alıyor.

-Doğalgazı dışarıdan alıyor.

-Petrol ürünlerini dışarıdan alıyor.

Elektriğin, doğalgazın, petrolün olmadığı birkaç saati düşündüğümüzde nasıl bir açmaz ile karşı karşıya kaldığımızı daha iyi anlayabiliriz,

Bu temel ihtiyaçların yanında bir firmanın reklamında kullandığı “Eldivenden-Merdivene” kadar bütün ihtiyaçların yurt dışından karşılandığı gerçeği de varken, en azından bundan sonrası için biraz daha sağlıklı düşünmenin vakti geldi gibi.

Dikkat edilirse dünyada henüz gelişmesini tamamlayamamış ülkelere posta koyan ülkelerin tamamı teknolojik manada kendisini ispat etmiş, daha açık bir ifade ile dünyaya teknoloji satan ülkeler.

Bu sütunlarda birkaç kez daha belirtmiştik, Almanya’da da, Hollanda’da da, İsveç’te de, Yeraltı yer üstü madenler yok,

Ancak bu ülkelerde teknoloji yolu ile üretilmiş bütün dünyanın muhtaç olduğu markalar var ve bu ülkeler dünyada var olan ihtiyaçlı ülkelere sattıkları ürünler ile servetlerine servet katıyorlar.

Yurt dışındaki bu ülkelerden aldığımız ve hayati önem taşıyan markalara karşı biz halen daha tekstil ile, Domatesinde içerisinde bulunduğu tarım ürünleri ile belli noktalarda da turizm ile karşılık vermeye ve bir türlü kapatamadığımız cari açığımızı kapatmaya çaba gösteriyoruz.

Bilenler vardır, İspanya’da Barselona belediyesi geçtiğimiz yıllarda dünyanın her tarafından şehirlerine yılda 80 milyon turistin geldiğini bu turistlerinden kendilerine faydadan çok zarar verdiğini dolayısı ile “artık Barselona kentine turist istemediklerini” belirten bir açıklama yapmıştı.

Geçtiğimiz yıllarda karşı karşıya kaldığımız Covid 19 salgını öncesi Barcelona kentini yılda 80 milyon turistin ziyaret ettiği gerçeğinden yola çıkarsak, ayda 6 milyon 600 bin kişinin günde de 222 bin kişinin bir şekilde Barcelona kentine uğradığını da anlamaya çalışıp, bacasız sanayi diye övündüğümüz turizm yolu ile ülkemize ne kadar dövizin girdiğinin de hesabı yapıldığında, daha da acısı Antalya ilimizdeki güzelim otellerimizin elimizde kalan Rus turistleri doyurabilmek adına nasıl esnaf lokantalarına dönmek zorunda kaldığımızı da bir tarafa not etmek gerektiğine inanıyoruz.

-Kullandığımız araçlarımız dışarıdan,

-Cep telefonlarımız dışarıdan,

-Kredi kartlarımız dışarıdan,

-Savaş uçaklarımız dışarıdan,

-Kuru fasulyemiz, mercimeğimiz dışarıdan

-Samanımız, peynirimiz, meyve sularımız dışarıdan,

-Matbaa makinalarımız dışarıdan,

yaşayabilmemiz için alışveriş merkezlerinde gereken ne varsa aşağı yukarı tamamı dışarıdan.

Şu an muhtaç olduğumuz ve dışarıdan aldığımız ürünlerin tamamını değil sadece yarısına yakınını bile kendimiz imal edecek duruma gelebilsek, en basiti 435 milyar dolar olan dış borcumuzun bir kısmından kurtulacağız ve daha rahat bir nefes alma imkanına kavuşacağız.

Bunun dışındaki;

-Dış Devletler bizi çekemiyor,

-Yeniden dünya devi olmamamız için bütün dünya bir olmuş bize saldırıyor,

-Üç saatte Hollanda’yı ezelim,

-İki saatte Suriye’ye girelim,

-ABD’nin sonunu getireceğiz,

-Almanya’nın işini bitireceğiz,

şeklindeki hamaset dolu nutuklar artık komik bile sayılmayacak noktalara kadar savrulup tükendi.

Biz yeniden milli bir seferberlik ilan etmedikçe,

Bütçeleri nerede ise pek çok ülkenin bütçesinden daha fazla olan teknolojik ürünleri hayata geçirmedikçe,

Makine yapan makinalar üretmedikçe,

insan hayatının her noktasında bulunması gereken ilaç-bilgisayar-kimyasal ürünler –ilaç üretimi noktasında adımlar atmadıkça, daha çok uzun yıllar yerinde say marş durumunda olacağız ve her geçen gün geriye gitmekten kurtulamayacağız.

Bundan 10-15 yıl önce yoksulluktan perişan bir halde bulunan Hindistan’ın bugün aldığı mesafeye bakın. Bu ülkeyi takip edin, birkaç yıl sonra hangi noktalarda olduğunu görünce bizim ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.

450 milyar dolar dış borcu olan bir ülkenin bağımsızlığından ne ölçüde söz edilebilirse, biz de yaklaşık 450 milyar dolar borçtan 84 milyonluk bir ülkenin ferdi olarak kendimizi tarafımıza düşen borç kadar bağımsız sayıyoruz.

Eğer bu duruma da bağımsızlık deniliyorsa.