Anahtarı dış kapıya taktı. Bir defa çevirdi bu kez. Zamanı yoktu o kadar. Eğildi, yedi yaşındaki oğlunu sırtına aldı. Sonra bir eliyle yere bıraktığı çantasını koluna taktı ve tek hamlede ayağa kalktı. Taş merdivenlerden yukarı doğru yola koyuldu. 15-20 merdivenden sonra sokağa çıktı ve hızlı adımlarla ilerledi. Sokağın sonundaki bakkalı geçtikten sonra onu bekleyen dik yokuşun dibinde birkaç saniye soluklandı. Köyünden yaklaşık 15 sene önce kopup geldiği bu semtte, hemen hemen her gün çıkıp indiği bir yokuştu önünde duran.

Hayatındaki tek amacı çocuklarına bakmak, onların kılına zarar gelmemesi için ne gerekiyorsa yapmaktı. Sofrada önce çocuklarına yedirir, herkesin doyduğuna emin olduktan sonra ancak başlardı yemeğe. En büyük mutluluğu çocuklarının gülen yüzlerine bakmaktı. Allah’tan başka bir şey istemezdi. Para pul değildi derdi. Yokuş çıkıp inmek, normal düz yolda yürümek gibiydi onun için. Ama bu defa sırtında oğlu vardı. Yorulacağından değil de, yürürken onu incitecek diye kaygılanıyordu sadece. Oğlunun haftalardır bacağı ağrıyordu. Sağ dizine vuran şiddetli ağrı, geceleri uyutmuyordu oğlunu, o da uyumuyordu tabii. Nasıl uyusun ki!

O gece sabahı zor etmişti yine. Ama emindi bu defa, çocuğuna teşhis koyacaktı doktorlar! Yokuşun dibindeki o birkaç saniyede, sırtındaki oğlunu kontrol etti tek eliyle. Sonra derin bir nefes daha alarak başladı yokuşu tırmanmaya. Hızlı adımlarla ilerliyordu. Bir an önce ana caddeye çıkmak ve minibüsle Okmeydanı SSK Hastanesi’ne ulaşmak vardı hep aklında. Yokuşu ortaladığında biraz soluklandı. Hafif bir düzlük vardı durakladığı yerde. Genelde burada duraklar, tanıdıklarla birkaç dakika laflardı.

Yanına yaklaşan Halime Hanım’ın yüzünde acıma duygusu vardı. Biliyordu sık sık doktora götürdüğünü. “Yine hastaneye mi komşu?” dedi üzgün bir ifadeyle. Cevabı belliydi sorunun, zaten cevap da vermedi kadına.

“Allah bir avuç toprak verse de kurtulsa!”

……….

Bu cümle ağızdan kolayca çıkmıştı belki ama onun kulağından geçerek yüreğine bir hançer gibi saplanacağını tahmin edememişti kadın. “Ne demek bir avuç toprak! Sen ne diyorsun Halime Hanım! Bırak git Allah’ını seversen!”. Sırtına yüklediği gibi canını, hızlı ve kızgın şekilde ilerledi.

Bu cümle o kadar yaralamıştı ki onu; ömür boyu unutamayacaktı bu ânı. Teşhis konulup ameliyat sonrasında düzeldikten sonra, konu açıldığında her fırsatta söylerdi oğluna; “Askerliğini subay olarak yapacaksın oğlum! Çok istiyorum seni o üniforma içinde görmeyi!”.

Oğlu biliyordu gerçek sebebini aslında. Annesinin, zamanında o kadının bilinçsizce sarf ettiği bir cümleyle oluşan yarasını iyileştirmek istediğini anlıyordu. Bu nedenle kafasını sallıyordu her defasında; “Tamam annem, söz inşallah!”.

&&&&

Yıllar geçmiş, üniversite bitmiş ve beklenen zaman gelmişti. Diplomayı aldığı günün ertesinde askerlik şubesine gitti. Bir sene sonrasına celp tarihi verdi komutan.

Çekinerek yanaştı masaya: ”Hemen gitme şansım var mı Komutanım?”.

Komutan durdu, başını kâğıttan kaldırarak sessizce baktı: “Emin misin oğlum?”.

“Evet Komutanım, eminim!”

“Peki, yaz bakalım dilekçeni hemen. Kasım’da askersin!”

…….

Sonbahar geldiğinde, Yedek Subaylık için Tuzla’da sınava girdi. Haftaya belli olacaktı sonuçlar. Heyecanla bekledi o çok uzun haftayı. Acaba olacak mıydı gerçekten?

Sabahın erken saatlerinde gitti Tuzla’ya. Sarı zarfı aldı komutandan. Birkaç adım attıktan sonra, cam kenarında açtı kapağını heyecanla; “Levazım Maliye Okulu – Küçükyalı / Yedek Subay”.

Koşa koşa eve geldi. Annesine verdi müjdeyi. Üstelik İlk 3 ayını İstanbul’da geçirecekti. Hafta sonu geçtikten sonra, Pazartesi sabahtan birliğine teslim oldu. Yemin töreni olana kadar bir ay boyunca hafta sonları ziyaretine geldi annesi. Tören gününde, öğleden sonra hep birlikte eve doğru yola koyuldular. Sokağa geldiklerinde, o aynı yokuşu inerken, o aynı düzlükte karşılaştılar yine Halime Hanım’la.

“Hayırdır komşu, oğlun mu? Maşallah büyümüş. Çok yakışmış üniforma!”

“Evet oğlum! Hani o ‘Allah bir avuç toprak versin’ dediğin oğlum!”

Derin bir sessizlik oldu o an. Annesi ve kardeşleriyle yürümeye devam ettiler. Ablası sordu merakla; “Ne oldu anne? Neden öyle dedin kadına?”

“Yok bir şey kızım, önemli değil, o anladı!”

Ben de anlamıştım. Annemin yıllarca taşıdığı o yaranın artık iyileştiğini.

08 Nisan 2012 tarihinden annemi kaybettik. Tam 8 yıl geçmiş, dile kolay. Hep düşünürdüm eskiden beri. Bir çocuk ne zaman büyür diye. Annem öldüğünde anladım ben; İnsan kaç yaşında olursa olsun, annesi varken hep çocuktur. Çocuklar annesi öldüğünde büyürler.

Ben de annem ölene kadar hep çocuktum.

Şimdi… Şimdi bin yaşındayım.