Dünya güzellik yarışması sonuçlanmış ve birinci açıklanmış. Kızımıza tâcını takan kişi merak edip sormuş; tebrik ediyorum sizi. Lâkin hiç heyecan görmüyorum sizde. Halbuki dünya güzellik kraliçesi oldunuz. Genç kız bir an duraksamış ve cevap vermiş; ben bu tâcı her gece takıyordum ve öyle uyuyordum, ondandır.
Efendim yazımıza bu çok sevdiğim hikâye ile başlamak istedim. İnsanların bu hayatta hayalleri olmalı. O amaca ulaşmak için de çaba göstermeli. Kimisi erkenden ulaşır hedefine, kimisi daha geç. Kimisi 22 yaşında mezun olur ama iyi bir iş bulana kadar 5 yıl harcar. Kimisiyse 25 yaşında CEO olur ama 50 yaşında ölür.
Bir başkası 50 yaşında CEO olur ama 90 yaşına kadar yaşar. Obama 55 yaşında emekli oldu, Trump ise 70 yaşında işe başladı. Bu hayatta herkesin kendi zaman dilimi vardır. Ama herkes kendi yarışını, kendi zaman diliminde verir.
Hayatın uzunluğuna (pek) etki edemesek de, genişliğine ve derinliğine biz karar veririz. Yaşımız ne olursa olsun, artık çok geç dememeliyiz. 70 yaşında üniversitede okuyan dedeyi de gördü bu gözler, 90 yaşında meyvesini yiyemeyeceği ağaç fidesini dikeni de. Geçmişte çeşitli sebeplerle yapamadığımız, içimizde ukde kalan şeyler vardır muhakkak; liseyi bitirip üniversiteye devam edememek, müziğe başlayıp bir enstrümanı çalamadan bırakmak zorunda kalmak… E şimdi bunun için zaman vardır belki, ne bekliyoruz ki?
Yeter ki isteyelim ve bu heyecanı hiç kaybetmeyelim! Yazının başındaki hikâyede olduğu gibi, her gece o tâcı takalım kafamıza; yani üniversite diplomanızı törende rektörden alırken veya bir müzik grubunda ayakta alkışlanırken yaşananları hayal edelim. Bir amacımız olmazsa, hayatın da çok anlamı olmaz. Oturup hayatın bitmesini bekleyenler, zaten çoktan ölmüşlerdir bile…
Hadi işe hayal kurmakla başlayalım, takalım o tâcı başımıza…
Sevgiyle kalın…