Yüksel Ercan

Yeter ki oku

Son dönemlerde karşı karşıya kaldığımız akıla ziyan hadiseler sonrası çok net bir şekilde ortaya çıkan hakikat asla okumaya araştırmaya vakit ayırmadığımızdır.

Bizim halk olarak okumayı sevmediğimiz bunun yerine taraftarı olduğumuz siyasi görüşü savunan yazar-çizer ve düşünce insanlarının arz-ı endam ettikleri televizyon ekranlarında söylediklerini yarım yamalak duyduktan hemen bir gün sonra onu kendilerine karşı gördüklerine kabul ettirmek gibi bir olumsuzluğun ortaya çıkardığı yanlışlıklardır.

Öteden beri zaten okumuyorduk, son dönemlerde bütün dünyada iletişimde meydana gelen gelişmeler ile kendimizi dijital dünyaya teslim ettiğimiz gibi bir gerçek var.

Buna rağmen dünyada çok sayıdaki ülkelerde satışı yapılan gazetelerin tirajlarına, baskısı yapılan kitapların baskı sayısına baktığımızda nasıl içler acısı bir durum ile karşı karşıya kaldığımızda ortaya çıkıyor.

Kişi daha küçük yaşlardan itibaren okuma alışkanlığını kazanamayınca geriye yukarıda da anlatmaya çalıştığımız gibi aklını kiraya vermek gibi bir kolaylık içerisine giriyor.

Hal böyle olunca düşünmek, araştırmak, var olan sorunu kaynağından öğrenmek gibi geleneksel bir süreç varken “konu ile ilgili benim dünya görüşümü savunan siyasetçi ne diyor” sorusuna cevap bulan herkes işin kolayına kaçıyor.

Dijital dünyanın getirdiği zorluklar ile birlikte cevabını aradığımız soruları anında öğrenmek gibi bir kolaylığı da var, İsmi “akıllı” olan ve 7/24 elimizden bırakmadığımız telefonlar vesilesi ile saniyeler içerisinde öğrenmek istediğimiz her şeye cevap bulma imkanımız var.

Ancak burada asıl önemli olan niyettir, İşin temel taşı olan Milli Eğitim Bakanlığı'nın ortaya koyduğu yada koyamadığı hedefler ve eğitim düzeni var olan okumama alışkanlığını da olabildiğince tetikliyor.

Okumayan, araştırmayan, mantık yürütmeyen kitleler kendilerine göre haksızlık  olarak gördükleri her olaya anlamadan dinlemeden giriyor sonrada ortaya hiç hoş olmayan görüntüler çıkıyor.

Eldivenden merdivene kadar hemen tüm ihtiyaçlarımızı dışarıdan aldığımız bir süreçte ihtiyaçlar aynı ülkeden geldiği halde bazılarını kötü bazılarını da günahsız olarak değerlendiren bir kitle ile karşı karşıyayız.

İçerisine düştüğümüz bu zor durumdan çıkmanın tek yolu okumak okuduktan sonra da okuduğumuzu anlamak ve yorumlamaktır.

Kocaman yöneticiler "Benim açılışını yaptığım ürün falanca ülkenin malı. Ben sadece o markanın isminin verildiği işyerinin açılış kurdelasını kestim ama ürünü yemedim” diyor. Bir başka yönetici "Kola tehlikeli bunun yerine fanta içelim" diye bir kanaat kullanabiliyor.

Okumamız lazım.

Okuduğumuzu anlamamız lazım.

Okumadığımız takdirde içerisine saplandığımız bataklıktan nasıl kurulacağız sorusunun cevabını inanın bizde bilmiyoruz.