14 Mayıs ve 28 Mayıs tarihinde yapılan iki seçim hepimizin kabul edeceği gibi din ve milliyetçilik ekseninde tamamlandı. Türkiye’nin asıl gündeminin yıllar yılı değişmez bir şekilde ekonomi olmasına rağmen, partiler nerede ise ekonomi ile ilgili tek bir kelam edemeden seçimi tamamladılar.
Siyasetçi kurduğu partisini iktidara taşımak, taşıdıktan sonra da iktidarda tutmak adına gündemi sürekli güvenlik üzerine inşa etme çabası içerisinde tutmak isteyebilir. Son seçimde görüldüğü gibi bunda başarılı da olabilir ancak bu durum ülke sınırları içerisinde yaşayan milyonlarca vatandaşı mutlu etmez.
Zaman zaman belirtiyoruz. Türkiye’nin hemen yanı başındaki ülkelerde olduğu gibi yeraltı-yerüstü kaynakları yok. Arap coğrafyasında bulunan ülkelerin topraklarından çıkan petrol sayesinde hayatlarını sürdürdükleri gerçeğinden yola çıkarak, bizim durumumuzun onlar gibi olmadığını da söylememiz lazım.
Tabi böyle bir söylem karşısında "Şu an haftalık çalışmayı 4 güne düşürmeye çalışan ülkelerin de yer altı-yer üstü kaynakları yok. Onlar nasıl yola devam ediyorlar?" sorusu gündeme gelebilir.
Söz konusu ülkelerin nerede ise tamamında dünyada yaşayan 8,5 milyar civarındaki nüfusun bildiği, tanıdığı markalar sayesinde daha uzun yıllar son derece rahat bir hayat süreceklerini hepimiz biliyoruz.
Türkiye’de seçimden hemen sonra dövizin jet gibi yukarılara çıkmasının, ülke sınırları içerisinde yaşayan herkesi derin korku ve endişe içerisinde bıraktığını görüyor, üzülüyoruz.
Türkiye’de yer altı-yer üstü kaynakları yok. Henüz satışından fayda sağlayacağımız bir markamız da yok. Petrol dahil hepimizin hayatını kolaylaştıran nerede ise tüm cihazları yurt dışındaki ülkelerden ithal etmek zorunda kaldığımız acımasız bir süreci yıllar yılı yaşamak zorunda kalıyoruz.
Hal böyle olunca "Türkiye çok büyük bir ülkedir, biz bize yeteriz. Onların doları varsa bizim de Allah'ımız var" gibi hamaset dolu ama hiçbir işe yaramayan söylemlerin sonlarına doğru yavaş yavaş geldiğimizi düşünüyoruz.
Şu an içerisinde bulunduğumuz zor ve umutsuz durumdan kurtuluşumuzun yolu cari açığı kapatmak, ithalatı azaltmak, ihracatı çoğalmaktır. Bunun yolu da bilindiği gibi üretmek ve ürettiklerimizi dünyanın var olan tüm ülkelerine satmaktır.
Üretime dayalı bir modeli hakim kılmadığımız anda daha dün "Bunlar bankaları dolandıracaklardı" diye hedef gösterdiğiniz Londra'da ikamet eden, aynı zamanda İngiliz vatandaşı da olan birisini, gelsin bizi kurtarsın diye ekonomin başına getirmek zorunda kalırsınız.
Yapısal reformlar hayata geçirilmedikçe, siyaseti sadece ve sadece seçim kazanmak amacı ile yapmadıkça, ülke sınırları içerisinde yaşayan milyonlara doğruyu söylemedikçe, isterseniz 24 saat para basın, ihtiyacımız olan huzura kavuşma imkanı bulamayacaksınız.
Artık biz bize yeteriz söyleminin hiçbir anlam ifade etmediği bir sürece doğru hızlı adımlarla gidiyoruz.
Artık hamasetten vaz geçip gerçeklere dönme zamanı.
Soframızdaki ekmek 10 lira olmalı söylemi tavan yapıyor.
Nasıl biz bize yeteceğiz?
Var mı bilen?