Güçlü ve demokratik bir ülke için muhalefet en az iktidar kadar önem arz eder.
Ama gelin görün ki ülkemiz uzun zamandır gerçek anlamda muhalefet görevini deruhte edecek kurumsal akıldan yoksun bir şekilde yoluna devam etmeye çalışıyor.
Dünyanın nereye gittiğini anlayacak, geleceğe ait herhangi bir proje üreterek toplumun önüne koyacak muhalefet anlayışı, hepimizin ortak beklentisi olduğu gibi büyük devlet olma iddiasında olan ülkemizin de temel ihtiyacıdır.
Dünyanın nereye gittiğini anlayacak, geleceğe ait herhangi bir proje üreterek toplumun önüne koyacak muhalefet anlayışı, hepimizin ortak beklentisi olduğu gibi büyük devlet olma iddiasında olan ülkemizin de temel ihtiyacıdır.
Ancak bugün muhalefet görevini ifa eden partiler sadece iktidarın gerçekleştirdiği hizmetleri veya ortaya koyduğu projeleri tartışarak bu görevlerini yapmaya çalışıyorlar.
Toplumun önüne politika üreten değil, siyasetçilerin uygulamalarını şikâyet eden bir merci olarak varlığını sürdürmeye çalışıyorlar.
Bu anlamda, toplum olarak son on bir gündür TBMM’de ülkemizin geleceğini etkileyecek, bir sistem değişikliğine yol açacak önemli konularda muhalefetin içine düştüğü durumu üzüntüyle takip ediyoruz.
Uzun zamandır ülkemizin gündeminde olan “Başkanlık Sistemi “ ile ilgili olarak aslında hiçbir hazırlık ve öngörülerinin olmadığı ortaya çıkıyor.
Kendi elleri ile tıkadıkları parlamenter sistemi bugün varlığımızın teminatı olarak topluma sunmaya çalışıyor olmaları çok hazin bir tablo ortaya çıkarıyor.
Muhalefet hiçbir akıl ve mantıkla izahı olmayan bir açıklamayla iktidarın ülkeyi bölmeye çalıştığını söylüyor ve iktidar için hain sıfatı kullanmaktan geri durmuyor.
Vatan hainliği gibi ağır bir suçlamanın bu kadar ulu orta her yerde konuşulması ve bu kadar çok sayıda insanın bu suçla muhatap olmasının getirdiği sakıncalarda ayrı bir konu.
Muhalefetin, TBMM’de bir sistem değişikliğine yol açacak Anayasa maddelerinin geçmemesi için seçtiği yola bakarsak ne demek istediğim daha iyi anlaşılır sanırım. Kendisini meclis kürsüsüne kelepçelemek, milletvekilinin ayağını ısırmak, birbirlerine yumruk atarak burnunu kırmak, saç baş yolmak, meclis kürsüsünü işgal etmek, sandalye fırlatmak, birbirlerini yerlerde süründürmek.
Daha bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Ülke olarak bizim böyle sıkıntılı günlerde ihtiyacımız olan bilek güreşi yapan siyasetçiler değil, bilge siyasetçilerdir.
Hedefi kendisi ve partisinin başarısı değil, ülkenin başarısı olmalıdır.
Devleti zayıflatan, zayıf gösteren her davranıştan uzak durmalıdır.
Gerektiğinde görevden kendi isteği ile ayrılabilmeli, yerine dünyanın gidişatına uygun birini getirebilmelidir.
Tamda bu noktada ülke olarak bilge siyasetçi eksikliğini çok yaşıyoruz.
Az sayıda yetiştirdiğimiz insanlarımız ise dış güçlerin ortamı hazırlayarak içimizdeki akılsızların operasyonuna maruz kalıyor.
Bu operasyonlar, etkisiz kılacak bir derin devlet aklı olmadığı için her seferinde başarılı oluyor.
Türkiye bu süreçleri çok yaşadı.
Son olarak CHP’nin başından Deniz Baykal’ın bir kaset operasyonu ile gönderilmesi aklı dışarda ayakları içerde olan bir projenin sonucudur.
Deniz Baykal’ın AB karşıtı tavrı böyle bir operasyona maruz kalmasına neden olmuştur.
Yeni CHP, Türkiye’nin sınırları dışıyla fazla ilgilenmeyen, kendi güvenliğine odaklanmış, içine kapanık bir ülke öngörüyor.
Küresel sermaye, yerli büyük sermaye ile onların kontrol ettiği medya ve ılımlı İslam proje ortaklarıdır.
Ancak bu proje Türkiye’de tutmamıştır ve kaybetmiştir.
ABD ‘de seçimleri Cumhuriyetçi Donald TRUMP’ın kazanmasıyla birlikte, küresel sermayenin hem ABD hem de ülkemizde desteklediği yapılanmalar tasfiye olacak gibi gözüküyor.
Bugün ülkemizdeki sıkıntı, hedefleri farklı olan iki siyasi yapılanmanın varlığını devam ettirmek için birbirleri ile çatışmalarından kaynaklanmaktadır.
Oysa büyük ülkelerin varmak istedikleri hedefleri aynı olmalıdır. Ancak o hedefe gidilecek yollar farklı olabilir.
Muhalefet, devletimizin ortaya koyduğu büyük ve güçlü devlet olma misyonuna uygun olarak yeniden yapılanmalıdır.
Bu sefer bir dış operasyona maruz kalmadan kendi devlet aklımızla, bilge siyasetçi kimliğimizle muhalefette böyle bir değişim ve gelişim bekleyebilir miyiz?
Dünyanın nereye gittiğini öngören, bizi nasıl bir gelecek beklediğini bilen bir devlet aklını ve buna uygun siyasi yapılanmayı başarabilen bir büyük devleti, millet olarak haketmiyor muyuz?