Orijinal adı The Pursuit of Happyness (Umudunu kaybetme) isimli 2007 Biyografik/Dram sinema filmini çoğunuz seytermişsinizdir. İyi bir baba olan Chris Gardner, işinde sorunlar yaşayan, maddi açıdan sarsıntıda olan ve aynı zamanda iyi bir eş olan bir adamdır.

Ancak ne yazık ki eşi sıkıntılara daha fazla katlanamayacağına karar vererek onu terk eder.

Christopher adındaki oğulları da babasının yanında kalır. Karısının terk edişi de yetmezmiş gibi bir de ev sahibi dışarı atar baba –oğulu.

Sokaklarda kalıp, tuvaletlerde, düşkünler evinde çalışarak ayakta durmaya çalışır. Oğlunun sevgisi bu mücadeleci baba için her şeydir.

Ve sevgiye eklenen bir var olma savaşı hiç şüphesiz, vakti geldiğinde en mükemmel kapıları açacaktır.

Sinema filmi ile ne kadar ilintili olup olmadığını bilmiyoruz ancak Şair Abdurrahim Karakoç her ne kadar “Umudum her zaman bakidir amma/Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun” demiş olsa da insanoğlu doğumundan son nefesini vereceği güne kadar hep bir umutla beklediği, talep ettiği güzelliklerin gelmesi adına umut ediyor, umudunu asla kaybetmiyor.

Bir şekilde dünyaya gelmeyi başarabilen başta insan olmak üzere tüm canlılar, yaşadıkları zaman boyunca önce kendileri sonrada çevresindekiler için güzel hayaller kurmaktan asla geri kalmazlar, daha iyi daha huzurlu, daha sağlıklı ve uzun bir hayat umudu asla sona ermez.

Okula başlayan öğrenci eğitimini çok iyi şartlarda tamamlamayı umut eder. Okulu bitirdiğinde bitirme derecesine ya da sınavda aldığı puana göre herkesin hayallerini süsleyen iyi bir Üniversiteyi bitirip hayata başkalarından birkaç adım önde başlamayı umut eder.

Türkiye’de yaşayan ve Siyasete meraklı olan herhangi bir insanın umudu, Cumhurbaşkanı olmaktır. Eğer arkasında siyasi bir güç yok ise ilçe başkanlığından yola çıkan birisi, önce il başkanı, sonra belediye başkanı yada milletvekili olmayı umut eder.

Eğer düşündüklerini hayata geçirme imkanı bulursa sırası ile bakanlık düşünür, Başbakan olmayı hayal eder en sonunda da umut ettiği Cumhurbaşkanlığı görevine ulaşmaya çalışır.

Askerlik görevini tamamlayıp orta düzeyde bir kamu kurumuna girmeyi başarabilmiş sade bir memur için umut bulunduğu bölümün müdürü olmaktır bu amacına ulaştıktan sonra ulaşabileceği en son nokta hangi makam ve mevki ise onun hayallerini kurar umudunun o tarafta yeşermesini ister.

Dünyayı bir uçtan diğer uca gezmek için umudu olanlar, Sevdiği birisi ile evlenmeyi umut edenler, Çok kıt imkanlar ile kurmayı başardığı işyerini o ilçenin, ilin, ülkenin sonrada Dünyanın sayılı şirketleri arasına sokmayı düşünmekte umut etmenin bir başka halidir.

Dikkat edilirse hangi makamda, hangi mevkide olurlarsa olsunlar, ister ticarete, ister siyasete, isterse sosyal hayata bir kere giriş yapan kim varsa o andan itibaren gelinebilecek en üst nokta herkes için büyük bir umut olur.

İnsanoğlu şartlar ne olursa olsun, ne kadar başarısız olursa olsun umudunu asla kaybetmez, girdiği mücadeleden belki yüzlerce kez başarısız olmuş birisi bile tüm başarısızlıklara rağmen umudunu asla kaybetmez “bana bir kez daha şans verilirse başaracağıma kesinlikle inanıyorum” diye döner durur.

Neticede Umut etmek yaşamaktır. Hayatın elinizden kaydığı anlarda tutunacağınız tek şey, umudunuzdur. Yoksa… Yitirmişseniz; Tutunamazsınız hayata, kayar gider elinizden.

Sevdiklerinizden ayrılırken, kavuşmayı umarsınız. Hasretlerimize o acıya çalan tadı katan kavuşma umududur.

İyi bir yazar olmayı umut etmiyorsanız yazamazsınız. Bırakın kalemi; yormayın boşuna! Parmaklarınız klavyenin üzerinde gezinirken, sözcükler desen desen yansıyorsa ekrana, umutlarınızın resmidir gördüğünüz. İster okuyun isterseniz seyredin.

Umut etmek inanmaktır.

Hayatı anlamında İyiliklerinde kötülüklerinde mutlaka bir karşılığının olacağını ummuyorsanız, adalet duygunuz yok olur.

Gördüğümüz bunca güzelliklerin, bunca çirkinliklerin karşılıksız kalacağına ikna edemezsiniz kimseyi.

Sevginizin karşılık bulacağını ummuyorsanız, umudunuzla birlikte aşka dair bütün yazılanlar silinir yüreğinizden. Şiirler şarkılar anlamsızlaşır. Öykülerdeki gülleri soldurursunuz.

Bilinmesi gerekir ki umut, bütün duyguların yatağında aktığı nehirdir. Hayatı anlamlandıran değerler umutlarımızdır.

Eğer hayatımıza değer katan, bizi yarınlara dair diri tutan umutlarımızı kaybettiğimiz an yaşamanın da fazlaca bir anlamı kalmayacaktır.

Dünyamızın daha yaşanabilir bir noktada olmasını umut etmek en başta insan olmanın gereğidir, yarına dair umutlanmak, bu umudu çevremizden başlayıp, dünyayı ve dünyayı yönetmek iddiasındaki tün yöneticilerde aşılamak hem bizi kurtarır, hem bütün dünyayı.

Son dönemlerde insanlığın yarınlara dair umudu gittikçe azalıyor. Dünyayı Cennet yapmak gerekirken Cehenneme çevirmek için olağanüstü mücadele verenlerin, hayatımıza enjekte etmeye çalıştıkları umutsuzluk var olan enerjimizin daha çabuk tükenmesine sebep oluyor.

Her ne kadar daha güzel bir dünya adına umudumuzu kaybetmeyelim, çevremize umut aşılayalım, karamsarlığa düşmeyelim diye mücadele etsek de, birden bire o hiç hatırlamak istemediğimiz umut tükenmez, insanlar yaşlanır ifadesi var olduğuna inandığımız bütün enerjimizi de alıp götürüyor.

Bütün bunlara rağmen bir düşünürün “Umutlarınızı çalanlara izin vermeyin, kendinize bile/Bütün şiirler öyküler umuda sesleniyor. Masallar da.” Sözünü de her şeye rağmen asla unutmuyoruz.

Bedenimizle birlikte ruhumuz da yaşlansa da.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner51

banner34

banner38

banner57

banner33

banner37