Sonbahar mevsiminin tam olarak hüküm sürdüğü günlerdeyiz. Yazlık giysileri çıkardığımız, üşümemek için biraz daha kalın elbiseler giydiğimiz, birdenbire başlayan ve sağanak halinde devam eden yağmurdan zarar görmemek adına şemsiyeyi yanı başımızdan ayırmadığımız günlerin içersindeyiz.

Sonbahar mevsimi Aralık, Ocak, Şubat aylarında kendisini bize hissettiren kış mevsimin habercisi.

Ağaçların yaprak döktüğü, tabiatın kendisini gelecek günlerde yenilemek adına sessizliğe büründüğü bu günlerde mevsim dolayısı ile herkesin biraz daha hüzünlendiği günlerden geçtiği zamanlar.

Böylesi günlerde pek çoğumuz kendi hayatımızı da sonbahar mevsimi ile özleştirir, geçip giden zamanın hesabını yapar, artık yaşlılık denilen ömrümüzün son dönemine girmeden önce bugünleri köprüden önce son çıkış olarak değerlendiririz.

İnsan doğduğu hayata alışma sürecindeki dünyayı tanımayı ilkbahar mevsimi olarak kabul eder. İnsanın ilkbahar mevsimi doğduğu, emeklemeye başladığı,yürümeye alıştığı, ilkokula başladığı anlarda annesinin, babasının elini bırakıp öğretmeni ile tanıştığı günler olarak değerlendirir.

İlkokul eğitiminin bittiği ortaokul,lise dönemleri insanın hep ilkbahar dönemine denk gelir. İlk heyecan, ilk aşk, ilk ideoloji hep bu dönemlerde yaşanır. Üniversite hayatının başlaması ve tamamlanması. Erkekler için askerlik hizmetinin tamamlanması ile insan için ilkbahar mevsiminin de sonlarına gelinir.

Yaz mevsimi insanın hayata gerçek manada başladığı kendi kanatları ile uçtuğu, iş hayatına başladığı evlendiği zamanlardır. Daha iyi bir iş, güzel bir kariyer, mutlu bir evlilik gibi kavramlar hep yaz mevsimi olarak tanımladığımız zamanlarda olur. Bu yüzden ilkbahar mevsimine göre yaz mevsimi daha hızlı ve daha farkına varılamaz bir ışık hızı ile yaşanır. Zira bu dönem insanın kafasını sağa sola çevirdiği son derece kısa bir zaman dilimi içerisinde geçer gider.

Biz bu sütunlarda birkaç kez daha belirtmiştik. Hayatımızın ilkbahar mevsimini aşağı yukarı hatırlıyoruz. Henüz kış mevsimine gelmedik, yaş olarak da sonbahar mevsiminin ortalarında geldiğimiz şu anlarda hatırlayamadığımız tek an yaz mevsimidir. Zira yaz mevsiminin nasıl gelip geçtiğini inanın şu an bile hatırlamakta güçlük çekiyoruz.

Dolayısı ile dünyada var olan milyarlarca insan gibi bizde "Baharı görmeden yaz geldi geçti" şarkısında olduğu gibi ağzım-burnum derken bir baktık ki hiç bitmeyecek, asla geçmeyecek zamanlar olarak bildiğimiz ilkbahar ve yaz mevsimleri geçmiş gitmiş ve biz sonbaharın o kaçınılmaz limanına demir atmışız.

Zaman zaman kendimizi dışarıya atıp yürümeye başlayınca bugünlerde hep ağaçlardan dökülen ve halk arasında ismi gazel olarak bilinen yapraklara dikkat ediyoruz.

İlkbahar mevsiminin gelmesi ile birlikte taptaze olan yaprakların yaz mevsiminde daha da gürleşmesi ancak sonbaharda dalından kopup yerlere düşmesi tamamen bizim hayatımızda gerçekleşen anı resmediyor.

Hafif bir rahatsızlık geçirdiğimizde karşımızdakilerin "Sarardı gül benzin döndü gazele" şeklinde bir yakıştırmada bulunmaları da sanıyoruz bundan olsa gerek. İnsan kendi hayatındaki yaşlanmaları da artık "Dalından koparılmış gazel" olarak değerlendiriyor ve sonunun da bu şekilde yaklaştığının hesabını yapıyor.

Sanem Altan bu konuda "Sonbahar, tüm pişmanlıkların 'ben de buradayım, ben de buradayım' diye insanın ruhuna üşüştüğü bir mevsim. Bir çölün ortasında duran koca bir gemi gibi hiçbir yere gitmeden, anlamsızca eskidiğimizi hatırlatıyor bize. Nedenini bilmiyorum...

Ama gerçekten sonbaharı bir deniz kenarında geçirseniz bile, kokusundan mıdır, renginden midir bilmem, çocukluğunuzdan kalma eski bir şarkıya yakalandığınızda olduğu gibi mesela, aniden bütün duyguların en altından hüzün çıkıyor. Kaybettiklerimizden, yapamadıklarımızdan, yapıp bir daha tekrarlayamadıklarımızdan, unuttuklarımızdan, unutamadıklarımızdan arta kalan bir hüzün.

Sonbaharın ışıkları büyütüyor o hüznü. Hayatla, yaşadıklarınla ilgili sorular üşüşüyor birden. Kendinle göz göze geliyorsun. Ama bu hüznün beni acıtmasını tam sevmesem de beni değiştirmesini seviyorum ben. Her yıl sorularla, hesaplaşmalarla, kendi içime ve hayata bakarak, hem aynı kalıp hem değişerek sonbahardan geçmeyi seviyorum. Işıklar değişiyor, ben de değişiyorum her defasında.

Yazın yakıcı aydınlığı, imparatorluğunun son günlerini yaşıyor artık. Sabah ve akşam saatlerinde sonbaharın billur ışıkları Eylül'ün kıvamlı aydınlığının içine sızıyor. İnsanı üşütmese de ürperten bir serinlik var. Işıklar değişti. Kokular değişti. Bir bakıyorsunuz gökyüzü balya balya bulutlarla kapanıyor, gri bir renk basıyor kenti. 
Bir sağanak patlıyor, kuruyup kavrulmuş yapraklar savruluyor rüzgarda. Sonra hiçbir şey olmamış gibi bunaltıcı bir yaz sıcağı geliyor. Ardından akşam yeniden ıslak bir karanlık dolaşıyor sokaklarda." ifadesini kullanırken aslında bizimle birlikte yaş olarak sonbahar mevsimini yaşayan herkesin hislerine tercüman oluyor.

Yaşadığımız bu hayatta sonbahar mevsiminden de kış mevsimininden de duruma göre kaçış yok. İnsanlığın var olduğu ilk günden şu ana kadar yaşayan bütün canlıların gördüğü gibi biz de şimdi sonbaharı, Allah izin verdiği takdirde de kış mevsimini yaşayacağız.

Bir tarafta şairin;

Doldur doldur nargilemi tazele
Sarardı gül benzim doldu gazele
Tut elimden götür beni mezara
At üstüme avuç avuç toprağı 

dizelerindeki karamsarlık, bir tarafta artık hatırlamakta bile güçlük çektiğimiz geçmiş, diğer tarafta ise bundan sonrası için yaptığımız hesaplar.

Nasıl olacaksa?