Yenidünya düzeni dedikleri şeyin temelinde ekonomi yatıyor.
Çünkü büyük bir ölçüde dünya üzerindeki ekonomik ve mali kaynakları kontrol edenler, dünyayı da kontrol ediyorlar.
Bu yüzden bugüne kadar yapılan büyük savaşların altında yatan temel sebep ekonomik ve mali kaynakların kontrol edilmesi ile ilgilidir.
I.ve II. Dünya Savaşlarını bu anlamda paylaşım savaşları olarak adlandırabiliriz. Savaşın galipleri, başta petrol ve enerji kaynakları olmak üzere ekonomik değer ifade eden tüm kaynakları ,güçleri oranında kendi aralarında paylaştılar.
Birinci Dünya Savaşından sonra galip devletler olarak İngiltere ve Fransa, İkinci dünya savaşından sonra ise ekonomik ve mali düzen ABD tarafından düzenlendi.
ABD, II. Dünya Savaşından sonra, dünya ekonomisini kontrol etmek üzere bir para sistemi kurdu.
Biz bu sisteme Brethon Woods sistemi diyoruz güne kadar dünyada her ülke altın karşılığı para çıkarıyordu.
Bu yeni sistemle ABD altın karşılığı para çıkaran ülkelere dedi ki siz kendi paralarınızı altın karşılığı çıkarmak yerine dolar karşılığı çıkararak bütün altınları Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankasında tutun. İstediğiniz zaman Merkez Bankası dolarları sizden geri alsın, belirli bir değer eşitliği üzerinden altın versin.
Bu anlaşmayla ülkeler doları bir rezerv para olarak kabul etmiş oldular.
Böylece bu anlaşmayla dünya para sistemini de kontrol altına almış oldu.
Bu sayede ekonomiyi, devletler üzerinde bir kontrol aracı olarak kullandı.
Bu sistemin işleyişi, dış ticaret fazlası veren ülkelerin, dış ticaret fazlası olan paralarını ABD‘nin kontrolüne sunması olarak özetleyebiliriz.
Bu kontrol Dünya Bankası, IMF gibi finans kuruluşları eliyle yerine getiriliyor.
Yıllardır toplanan bu paralar trilyonlarca dolarlarla ifade ediliyor.
Yıllardır toplanan bu paralar trilyonlarca dolarlarla ifade ediliyor.
Almanya, Japonya, Çin, Güney Kore, Suudi Arabistan, Katar gibi çok uluslu ülkelerden toplanan paralara küresel sermaye deniliyor.
Küresel sermaye çok uluslu şirketler aracılığıyla bütün dünyada varlığını sürdürüyor.
İstedikleri ülkeye sermaye transferi yaparak orayı bir üretim üssü haline getirebiliyor, anlaşamadıkları ülkelerden bir anda yüklü miktarda sermaye çıkışı yaparak o ülkenin ekonomisini batırabiliyorlar.
Parayı bir silah olarak kullanıyorlar.
Küresel sermayenin herhangi bir milliyeti olmadığı gibi ülkeler arasındaki sınırlarında kalkmasını savunuyorlar.
Temel felsefesi rant üzerine kurulu bir sistem. Ucuz işgücü, yatırım maliyetlerinin düşüklüğü gibi ekonomik girdi maliyetlerinin düşük olduğu ülkelerde büyük yatırımlarını gerçekleştirerek kar marjlarını yüksek tutuyorlar.
Konar göçerdirler. Yatırım ve girdi maliyetlerin yüksek olduğu ülkeleri anında terk ederler.
Bu özelliklerinden dolayı gelişmiş ülkelerde, yüksek ücretle işgücü çalıştırarak üretim yapan yerli ve milli şirketleri ve ekonomileri tehdit etmektedir.
Gelişmiş ülkelerde kendi milli unsurlarını kullanarak üretim yapan firmalar, ucuz işgücü ve düşük maliyetlerle üretim yapan firmalarla rekabet edemez duruma getirildi.
Bu yerli ve ülke içerisinde üretim yapan şirketler ya üretim maliyetlerini düşürmek için Çin, Hindistan gibi ucuz işgücünün bol olduğu ülkelere yatırımlarını kaydırmak ya da kapanmakla karşı karşıya kaldılar.
Kendi ülkelerindeki işgücü maliyetlerini düşürme gibi bir şansları yoktu.
Çünkü bu o ülkede bir sosyal patlamayı da beraberinde getirebilirdi.
Yerli ve milli sermayeyi savunan ulus devletler ile herhangi bir milliyeti olmayan konargöçer küresel sermaye arasındaki çatışmanın ana nedeni budur zaten.
Bu çatışma ilk olarak Rusya’da baş gösterdi. Amerika’da yapılan başkanlık seçimlerinde iyiden iyiye su yüzüne çıktı.
Donald Trump ile Hillary Clinton arasındaki yarış aslında bu iki gücün çatışmasıdır. Donald Trump ‘ın bu seçimi kazanması küresel sermayenin bu savaşı kaybetmesi anlamına gelir.
Bu yeni ekonomik modelde yerli ve milli sanayini teşvik etmek, gümrük vergilerini yükselterek, kotalar düşürülerek ithalatı kısmak.
Kendi insanını ve ekonomisini koruyacak bir takım ek önlemler almak şeklinde tarif edilebilir.
Bu politikanın toplumsal bir karşılığı olduğu yapılan Amerikan seçimlerinde görülmüştür.
Genel olarak dünyaya baktığımızda küreselleşme karşıtlığı hızla yayılıyor.
Bu küresel sermaye karşıtlığı ABD ‘de korumacılık ve göçmen karşıtlığı, Avrupa’da ırkçılık ve yabancı düşmanlığı şeklinde tezahür ediyor.
Bu yeni ekonomik düzenin siyasi sonuçları ABD ‘de görüldüğü gibi yakın zamanda seçimlerin yaşanacağı AB ülkelerine de sirayet edeceğini söyleyebiliriz. AB ülkelerinde yapılacak seçimlerde ekonomik korumacılığa vurgu yapan, ulus devlet anlayışını savunan politikacılar seçimlerde büyük bir başarı kazanacaklardır.
Bunun sonucunda devletin ekonomi üzerindeki ağırlığı artacaktır.
Özellikle gelişmiş ülkelerde bu yeni ekonomik modelin alıcısı çok olacaktır.
Devletin ekonomi üzerindeki etkinliğini, her zamankinden daha fazla hissedileceği günler yaklaşıyor.