Türkiye, son yıllarda niteliksiz siyasetçilerin elinde kıvranıp duran bir ülke görünümündedir. Türkiye’de siyaset yedikçe doymayan, sürekli zulüm kusan, dev bir dinazora dönüşmüştür.
'Eğer bir yerde sorun varsa, sorumlusu yönetimdir' ilkesi gereği, son 60-70 yılda maruzu ve mağduru olduğumuz tüm yozlaşmalar, tüm kokuşmalar ve kahırlar, ülke geleceğine yönelik taktik ve stratejik sorunlar, bir biçimde siyaset kurumunun eseridir.
Ülkemizde partiler arasında farkların önemli ölçüde eridiği, seçim meydanlarında söylenenlerin iktidara gelince unutulduğu, seçim ve değerlendirme sürecinde meşruiyet kaygılarının yaşandığı bir siyaset atmosferi egemendir.
Çoğunluk oyu ile iktidar olanlar, realiteye uymayan ve fakat yoksul halk katmanlarının beklentilerine uygun söylemlerle oy almaktadır. Yeni alternatifler çıkamamakta; çıkanların klasik lider sultası nedeniyle önü kesilmektedir. Seçim sonuçları da demokratik iradeyi değil, tepkisel iradeyi yansıtmaktadır. Kaldı ki seçimler sonucunda beliren irade milli irade değil, şu ya da bu saiklerle oy kullanmış olan seçmen çoğunluğunun iradesidir. Oysa iktidarların görevi sadece milli iradeyi temsil etmek değil, aynı zamanda ülkeyi hukuk normlarına uygun yönetmek olmalıdır.
'Bütün bunlardan daha elim ve daha vahim' olanı ise liderlik kurumudur. Esasen siyasal bir ürün olan liderlik kurumu, ülkemiz siyasetinde parti programı ve uygulamalarından da önce gelmektedir.
Türkiye’de seçmenlerin çoğu lidere bakarak oy kullanmaktadır. En son genel ve yerel seçimlerde ve referandum sürecinde de partilerin liderleri belirleyici olmuştur. Halkın büyük çoğunluğu şu veya bu partiyi, şu veya bu adayı değil, doğrudan doğruya şu veya bu lideri beğendiği ya da beğenmediği için oy kullanmaktadır.
'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir' ilkesinin, hakimiyet kayıtsız şartsız iktidarındır ilkesine dönüştüğü, giderek hakimiyet kayıtsız şartsız iktidar partisi liderinindir şeklinde benimsendiği bir süreç yaşanmaktadır.
Liderlik elbette önemlidir. Ancak bu önem kötüye kullanılmakta; liderler aday tespiti ve katılım süreçlerinde belirleyici olmaktadır. Bu durum zamanla eşi, dostu yakını koruma; ve kendi geleceğini garantiye alma psikolojisine bürünmektedir. Dolayısıyla bu eğilim, giderek siyaseti yozlaştıran, yeni yeteneklerin önünü tıkayan, demokratik katılımı engelleyen bir sorun haline dönüşmektedir.
'Baş başa, baş Allah’a bağlıdır' zihniyetinden izler taşıyan hiyerarşik yapılanma ve padişahları bile kıskandıracak kadar siyasi ömre sahip liderler; alternatifsiz olduğunu öne süren partiler ve hükümetler, sistemin temel sorunlarıdır. Liderliğin demokratik bir şekilde değişememesi, sistemin yeni lider üretememesi veya muhtemel adayların önünü kesmesi, ayrı bir sorun olarak ortadadır.
Bu tespitlerin ışığında liderlik fenomenini ve parti kongrelerini yorumlamadan önce aşağıdaki soruların yanıtlanması gerekir:
Parti ayırımı yapmaksızın, demokrat olduğunu iddia eden herhangi bir partinin il-ilçe-belde başkanlarını kim atamıştır?
Delegeleri kim belirlemiştir?
Büyükşehir ve il-ilçe belediye başkan adaylarını kim tespit etmiştir?
Dahası mevcut milletvekillerinin adına ve sırasına varıncaya kadar kim belirleyici olmuş; halka tercih hakkı bırakmayan blok listeyi kim sunmuştur?
Bütün bunların yanıtı sizi kime ulaştırıyorsa maalesef sorumlu-suçlu o’dur.
Bundan en çok yararlanan bu kişiler, düzenin devamını isteyeceğinden,
normal koşullarda bu felakete gidişin düzelmesine de olanak yoktur!
Dolayısıyla Türk Siyasetinin demokratikleşmesinin ve kalitesinin artmasının önündeki en büyük engel, sultaya dönüşen liderlik kurumudur.
Son Güncelleme: 28.02.2018 00:35
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.
Üye Girişi Üye Ol