İnsanoğlu doğduğu günden itibaren daha iyi bir hayat yaşamak, anne-baba kucaklarına aldıkları bebeklerini iyi gıdalar ile beslemek isterler. Çocuk belli bir yaşa geldikten sonra giyim kuşamına dikkat edilmesi, okula başlamadan önce alışma devresinin geçeceği bir ana okulu düşünülür durur.
Çocuk ilk okul çağına geldiğinde imkanlar zorlanıp çocuğun sabah saatlerinde evden alınıp akşam eve bırakılacağı servisi öğlen yemeklerinin yenileceği güzel bir lokantası bulunan bir özel okul her anne babanın değişmez özlemidir.
Ancak bu anlatmaya çalıştığımız çerçevedeki eğitim hayatına Türkiye’de sayıları son derece az mutlu bir azınlık sahip olabilir, geriye kalan çok büyük bir kitle bugün şahit olduğumuz şekilde eğitim hayatına başlamak zorunda kalır.
Bizim memlekette yıllar değişir, mevsimler değişir, iktidarlar değişir, her iktidar süresince başbakanlar (şimdi yok) Cumhurbaşkanları değişir, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları değişir ancak milletin makus tarihi asla değişmez.
Her iktidar döneminde birkaç yüz bin kişinin kefeni yırtması vatandaş için artık olağan bir gelişme olarak kabul edilir, “Bal tutan parmağını yalar” ifadesinde kendisini bulan bu felsefe nerede ise 70 yıldır bir milim bile oynamadan olduğu yerde duruyor.
Toplumun içerisine düştüğü ve bir türlü çıkamadığı bu kötü vaziyeti tersine çevirecek yani insanlara güzel bir hayat sunacak kurum bilindiği gibi siyaset mekanizmasıdır, ancak çok partili hayata geçileli beri nerede ise ortada görünmeyen bir kanun haline gelen “Sen beni seç bende senin geleceğini kurtarayım” şeklindeki siyasi anlayış değişmeyince hayatımızda olabildiğince kötüye gitmek zorunda kalıyor.
Daha beş yıl önce bir siyasi partiden milletvekili-Belediye başkanı yada meclis üyesi olan bir siyasetçinin çok kısa bir zaman içerisinde herkesi şaşırtan, dudak uçuklatan bir servete nasıl sahip olunduğu ile ilgili hesap soracak bir mekanizmanın da olmayışı yapanın yaptığının yanına kar kalması ile neticeleniyor.
Türkiye’nin var olan kaynaklarının şu an 84 milyon diye bilinen nüfusa tam olarak dağıtıldığı noktasında hiç kimseyi ikna etme imkanı yoktur, Hayata aynı yani eşit şartlarda başlayan iki kişiden birisinin kendisine göre doğru bir siyasi kanal bulup oradan yürüdüğünde liyakate , bilgiye, tecrübeye gerek kalmadan çok büyük maddi kaynaklara kavuştuğu ile ilgili on binlerce örnek vermek mümkündür.
Var olan kaynakların halka eşit olarak dağıtılmaması bunun yerine yukarıda belirttiğimiz “Bal tutan parmağını yalar” şeklindeki hayat felsefesi uyarında kişilerin değil belli kişi ve grupların zengin olması halkın siyasete olan güvenini de her geçen gün azaltıyor.
Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin liyakati, tecrübeyi, hakkı öteleyen “Bal tutan parmağını yalar” yanlışlığından bir an önce vazgeçmesi kaynakların halka eşit olarak dağıtılması haklının haksızdan ayırt edilmesi hepimizin en büyük talebi.
Bu şekildeki anlayışla yola devem etmemiz artık mümkün görünmüyor. Dünyanın tüm ülkelerinin elimizdeki akıllı telefonların içerisine girdiği; ABD’deki, Fransa’daki bir vatandaşın hayatının çok net bir şekilde görüldüğü bir dünyada artık “Bal tutan parmağını yalar” saçmalığı herkesin kanına dokunuyor, sinir uçlarını zorluyor.
Zenginliğin tabana yayılmadığı, sadece siyaset ile uğraşanların paraya ve güce ulaştığı bir memlekette nefes almanın bile zorlaştığını herkes görüyor, duyuyor en azından hissediyor.
Bal tutan parmak yalamamalı, balı kim hak ediyorsa o almalı ama bedelini ödeyerek.
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.
Üye Girişi Üye Ol