İngiltere’de yapılan referandumda seçmenler, ülkelerinin Avrupa Birliğinden ayrılmasına karar verdi.
Haberi okuyan insanların İngiltere’nin ne kadar demokrat bir ülke olduğunu, ülkelerinin geleceği hakkında son sözü seçmenlerin söylediğini düşünecekler. Oysa ayrılma kararının verilmesi için aylardır İngiltere derin devletinin algı operasyonları ile seçmeni yönlendirdiği gerçeğini görmezden gelecekler.
İngiltere derin devletinin bu kararı almaya nasıl geldiğini biraz anlamaya çalışalım.
İngiltere büyük bir devlet geleneğine, dünyada olup biteni iyi okuyacak ve stratejiler belirleyecek devlet aklına sahip olduğu hiç şüphe götürmez bir gerçektir.
II. Dünya savaşından sonra ABD dünyanın yeni süper gücü oldu ve dünya sistemini kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etti. Kendisine ileride rakip olabilecek güçlerden Avrupa’yı kontrolü altında tutmak için Almanya’ya sözde Rusya’ya karşı Avrupa’yı korumak için 150 bin Amerikan askerinden oluşan büyük bir askeri güç yerleştirdi.
Bunun devamı olarak NATO’yu kurdu ve görüntüde müttefik fakat arka planda rakip olarak gördüğü Avrupa’nın askeri bir güç olmasının önüne geçti.
Bütün bunları yaparken Rusya ile anlaşarak, egemenlik alanları bu iki devlet tarafından paylaşılarak iki kutuplu bir dünya düzeni kurdu. Sovyetler Birliği yıkılana kadar ufak tefek sıkıntılarla bu düzen devam etti.
Ancak Sovyet Rusya’nın yıkılması ile Avrupa devletlerinin kendi aralarında ekonomik ve ticaret ağırlıklı kurdukları AB yavaş yavaş bir siyasi birlik haline gelmeye başladı.
O güne kadar ABD tarafından desteklenen ve Amerikan ekonomisinin açıklarını finanse eden çok uluslu şirketler gittikçe büyüyüp palazlanarak ulus devletler üzerinde etkinliği her geçen gün arttı.
Hatta artık devletleri, çok uluslu şirketlerin belirleyip, halka pazarladığı kişiler yönetmeye başladı.
Bu şirketler, dünyayı küçük bir köy haline getirecek, sınırları anlamsız kılacak bir yönetim modelini savunuyorlardı.
Bu amaçla parayı çok iyi bir silah olarak kullanıyorlar, istedikleri ülkede renkli devrimler yaparak yönetimi ele geçiriyorlar, istedikleri ülkeyi batırıyorlardı.
Dünyanın en büyük dış ticaret açığı veren ülkesi ABD ‘yi , başka ülkelerin vatandaşlarının tasarruflarından oluşan fonlarla finanse eden küresel sermaye, günün birinde ABD’yi terk edebilir ve bu durum Amerika’nın parçalanması demek olurdu.
Kaldı ki son zamanlarda küresel sermayenin başta İngiltere ve Çin olmak üzere AB devletleriyle bir işbirliği içerisinde olduklarını gördü.
Bu yaklaşan tehlikeye karşı ABD ‘derin devletini temsil eden Cumhuriyetçiler, 11 Eylül saldırılarını gerekçe göstererek dünya petrolünün %60 ‘nın bulunduğu Ortadoğu bölgesini işgal ederek iki şeyi gerçekleştirdi.
Birincisi Petrolden elde edilen gelirleri kendi kontrolüne alarak küresel sermayenin ekonomik gücünü dengelemeye çalıştı.
İkincisi ise alternatif bir güç merkezi olmaya başlayan AB ve Çinin enerji kaynaklarını kendi denetimi altına aldı.
Bir yandan da bu ülkelerin enerji ihtiyaçlarını karşıladıkları Ortadoğu bölgesinde yaşayan insanların Müslüman kimliğini kullanarak İslami terör diye bir kavram üreterek batıda İslam karşıtlığını körükledi.
Batıyla İslam dünyası arasına adeta kalın duvarlar ördü ve örmeye devam ediyor.
AB uzun süre kendisine doğru yaklaşan bu tehlikeyi fark edemedi. Tek kurtuluşu vardı Türkiye’yi AB içine almak ama bu siyasi stratejiden ne yazık ki mahrumlardı.
Bu gün Ortadoğu’da, Ülkemizde, AB ‘de olan olayları bu perspektiften baktığımızda bir anlam ifade eder.
Kendisine doğru gelen tehlikeyi ilk fark eden AB ülkesi, her zaman ki devlet aklıyla, İngiltere derin devleti oldu ve oy-una el koydu.
Siz bakmayın İngiltere Başbakanı David CAMERON'un AB’de kalmaktan yana irade koymasına.
İngiltere’nin gerçek sahibi İngiltere Kraliçesidir.
Bu durum fiiliyatta da böyledir. İngiltere’nin ve hatta Birleşik Krallığın toprak sahibi İngiltere Kraliçesi II. Elizabettir.
Topraklar alınıp satılmaz, sadece kiraya verilir.
Ancak üzerindeki yapıları satın alabilirsiniz. Bu bilgi bile size yeterince bilgi verir sanırım.
Dünyada’ ki Ulus devletler ile Küresel sermaye ve ortakları arasındaki savaş sona doğru yaklaşıyor.
ABD’de bu Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Aday Donald Trump kazandığında savaşta Ulus devletlerin kesin zaferiyle sonuçlanmış olacaktır.
Bu savaşın sonucunu ilk gören Türkiye, diğeri İngiltere oldu sanırım.