Kış mevsiminin kendisini iyiden iyiye hissettirdiği günlerdeyiz. İçimizi ısıtacak eski odun ve kömür sobaları yok. Doğalgaza mahkum olmuş bir neslin duygularını ne kadar anlatmaya çalışsak da biliyoruz ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Şair Turgut Uyar’ın 'Acıyor' isimli şiirdeki;
Eylül toparlandı gitti işte,
Ekim filan da gider bu gidişle
dediği aylar çoktan gitti.
Şimdi Ocak ayındayız. Sonbaharın habercisi olan ayların bizi göz açıp kapayıncaya kadar terk ettiği günleri geride bıraktığımızı düşünürken, bir baktık ki yeni yıl gelmiş, yağmurlar yerini kar yağışına bırakmış, bizim ömrümüzden de bir yıl daha su gibi geçmiş gitmiş.
Bizim evin önünce içerisinde meyve ağaçlarının bulunduğu bizim günün koşuşturmacası dolayısı ile uğrayamadığımız ve daha çok kayınvalidemizin kendisini bulduğu, rahatladığı nefes alıyorum dediği bir bahçemiz var.
Kentin tam ortasında kalmasından dolayı "Lütfen burayı bize satın ya da kat karşılığı verin güzel inşaat yapalım" diyen müteahhitlerin akın ettiği bahçeyi bu hali ile muhafaza etmek için olağanüstü bir mücadele veriyor sayılıyorsak da, gelen olağanüstü teklifler karşısında daha ne kadar dayanabileceğimiz de gerçekten bilmiyoruz.
Son dönemlerde belki yaşlandığımızdan biraz da her tarafın beton haline gelişmiş bir yerleşim merkezine tıkılıp kalmaktan usanmış olmaktan dolayı biz de sabah işe giderken akşam iş dönüşü bahçenin önünden geçiyor bahçenin içerisinde yıllar yılı fark edilmeden meydana gelen değişimleri anlamaya çalışıyoruz.
Bahçede önceleri çok fazla ağaç vardı. Ağaçların dallarından sarkan erik büyüklüğündeki kirazları, kıpkırmızı olan elmaları, tadından yenilmeyecek derecede muhteşem armutları, dalları kıran incirleri toplama çalışırken çok büyük keyif aldığımızı hatırlıyoruz.
Ağaçlarda çeşit çeşit meyveler varken, kayınvalidemin gayreti ile topraktan fışkıran domatesleri, yeşil biberleri, çilekleri, çalı fasulyelerini de toplayıp mis kokuları ile eve götürdüğümüz ve iştahla yediğimiz günleri de unutmuş değiliz.
Son dönemlerde bahçemiz bizim ilgimizi daha çok çekmeye başlamışken, ağaçlardaki meyvelerin önceleri azaldığını kısa bir zaman sonra da meyve vermez olduklarına şahit olduk. ilk anlarda bu duruma fazla bir anlam veremediğimizden kayınvalideye "Sen bu ağaçlara artık eskisi gibi bakmıyorsun, ağaçlar ile ilgilenmediğin içinde artık eskisi gibi meyve vermiyorlar" dediğimizde kayınvalidemiz, "Ben yaşlandım, benimle birlikte ağaçlar da yaşlandı. Eskisi gibi bahçe ile uğraşamadığım doğru ancak bahçenin her tarafına beton evler yapılınca hem ağaçlara gelen su azaldı, hem de toprağın dokusu değişti. Bunlar meyve olmamasının sebepleri ama asıl sebep ağaçların da benim de yaşlanmam" cevabını verdi.
Nerede ise 30 yıldır ağaçların geçirdiği süreci kendi ölçülerimizde değerlendirip kendimizi de o ağaçların yerine koyduğumuzda yıllar içerisinde ağaçların da insanlar gibi zamana karşı duramadıklarını, geçen her günün ağaçları da, insanları da, var olan bütün canlıları da bitkin düşürdüğünün farkına vardık.
Bizim memlekette 'Sarardı gül benzin döndü gazele' şeklinde bir ifade var. Gazel bilindiği gibi sonbahar geldiğinde ağaçlardan kopup yerlere düşen yaprakları ifade ediyor. İlkbahar aylarında ağaçların dallarını son derece gür bir şekilde sarıp sarmalayan yapraklar, sonbaharın gelmesi ile birlikte sararıp çaresiz bir şekilde dallarından düşüyor.
İnsan hayatı da tamamen ağaçlar gibi, biz de şu sıralar 'Gazel döken ağaçlar' gibi hayatımızın sonbaharındayız. Gençliğimizden, eski günlerimizden, eski neşemizden eser yok. Cahit Sıtkı’nın 'Otuz beş yaş' şiirinde söylediği 'Hangi aynaya baksam ben değilim' noktasındayız ve bu durum ileriye doğru değil, her geçen gün daha hızlı bir şekilde geriye doğru gidiyor.
Son dönemlerde hem yazılarımızı okuyanlar hem de bizim genel yapımımızdaki değişimi görenler 'Yahu bu kadar da karamsarlık olmaz, daha gençsin, enerjiksin' demelerine rağmen bu ifadeleri söyleyenlerin kendilerinin de söylediklerine inanmadıklarını ismimizin Yüksel Ercan olduğu kadar, hatta ondan daha fazla inanıyoruz.
Geçtiğimiz yaz Kıbrıs’ta üniversite eğitimi gören kızımı ziyaret için üniversitenin bulunduğu kampüse gittik. Hava sıcak, hadi bakalım birer dondurma yiyelim diye sürekli gittiğimiz pastaneye girdik. Dondurmaları söyleyip masaya oturmuştuk ki yanıma gelen kızım "Baba kasadaki abla senin buraya geldiğin her günü not etmiş. Sen buraya geldiğinde kesinlikle tebessüm etmiyormuşsun. Abla her gelişini işaretlemiş bu sefer de yüzünde tebessüm olmamış olacak ki kasadaki abla bana 'Sen babanla kavga ettikten sonra mı buraya getiriyorsun, baban neden tebessüm etmiyor?" diye sorunca ona da "Bize mevsim ilkbahar değil, şu ara sonbaharı yaşıyoruz. Kış mevsimine girmemize de fazla bir zaman kalmadı. Böylesi bir durumda nasıl tebessüm edelim ki ?" dediğimizi hatırlıyoruz.
Bizim yaşımızdaki herkesin böyle düşündüğüne, yani karamsar olduğuna eminiz. Beton yığınları arasında bir hayat, kahvaltı yapmaya, öğlen yemeği yemeğe zaman olmayan bir yaşam. Sürekli koşuşturma içerisinde bir hayat. Türkiye’nin içeride ve dışarıda yaşadığı sorunlar dağ gibi yığılmışken, bizim de bu şekilde davranmamız son derece normal.
Son Güncelleme: 06.01.2019 22:24
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.
Üye Girişi Üye Ol