Göç ve göçmenlik olgusu ,öyle görünüyor ki uzun zaman hem uluslararası siyasetin, hemde iç siyasetin konusu olmaya devam edecek.
Kimi zaman ulusal güvenlik sorunu olarak ,kimi zaman işsizlik ve sosyal güvenlik kaygılarının sebebi olarak ,kimi zaman ise kültürel kimlik tartışmaları arasında karşımıza çıkacaktır.
Göçmen karşıtlığı ,11 Eylül terör saldırıları ile ABD 'de ortaya çıkan güvenlik paranoyası ile gündeme gelen ,ekonomik krizler sonucu insanların işlerini kaybetme tehlikesi ile toplumda alıcı bulan bir olgu haline geldi.
Bu durum öyle bir hal aldı ki ABD gibi dünyada özgürlük ve demokrasinin öncülüğünü yapmış küresel bir devletin politikası haline dönüşüyor.
Son yapılan başkanlık seçimlerini kazanan Donald TRUMP neredeyse tüm seçim stratejisini göç ve göçmen karşıtlığı üzerine bina etti ve toplumda bu politikanın karşılığı olduğu görüldü.
Aslında toplumlar havuz gibidir.
Muslukları siyasetin ,siyasetin yönlendirdiği medyanın ve bazı sivil toplum kuruluşlarının elindedir.
Musluklardan ne akıtılırsa ,havuzda o ,onun rengi ,onun kokusu ,onun tadı olur.
11 Eylül terör saldırıları ile başlayan ,Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da cereyan eden terör eylemleri ile devam eden süreçte dünya adım adım bugünlere hazırlandı.
11 Eylül terör saldırıları ile başlayan ,Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da cereyan eden terör eylemleri ile devam eden süreçte dünya adım adım bugünlere hazırlandı.
Terör eylemlerini gerçekleştiren kişilerin kimliklerinden yola çıkarak din ve şiddet arasında kurulan ilişki , ABD Başkanı Donald Trump'ın toptancı bir anlayışla müslüman yedi ülkeye koyduğu vize yasağı ile kendini gösterdi.
Varılan bu noktada göç ve göçmen karşıtlığı stratejisi Samuel P.Huntington 'un "Medeniyetler Çatışması " tezini destekler bir şekle bürünmeye başladı .
Yapılan terör eylemlerinden daha çok terör eylemlerini gerçekleştirdiği söylenen kişilerin inançları konuşulur hale geldi .
Bu durum bilinçli bir stratajinin ürünü olduğu açıktır.
El Kaide ,DEAŞ gibi küresel terör örgütleri eliyle dünya yeniden dizayn ediliyor.
Bugün küresel terör örgütlerinden bahsediyorsak şüphesiz arkasında onu destekleyen küresel bir devletin olması lazım .
Bugün küresel terör örgütlerinden bahsediyorsak şüphesiz arkasında onu destekleyen küresel bir devletin olması lazım .
Küresel devletin çizdiği rotaya ,politikaya hizmet etmesi lazım .
Aksi takdirde varlığını koruyamaz ,dünya ölçeğinde ses getirecek eylemlere imza atamaz..
Bugün İslam coğrafyasında yapılan ve daha yapılacak olan operasyonlara ,ameliyatlara gerekçe hazırlamak için kendi bünyesindeki virüsler desteklenerek ,
büyütülerek hastalık belirtilerinin ortaya çıkması sağlanıyor.
büyütülerek hastalık belirtilerinin ortaya çıkması sağlanıyor.
Daha sonra da hastalık var diye ,kolu ,bacağı kesiliyor.
Hatta kalbine bıçak saplanıyor.
Hatta kalbine bıçak saplanıyor.
Kendi dışında kalan dünyaya da bulaşıcı hastalık taşıyorlar diye lanse edilerek kapıların yüzlerine kapanmasını istiyorlar.
Bugün İslam dünyası tamda böyle bir acımasız politikanın muhatabı durumunda .
Büyük bir müslüman nüfusun yaşadığı batı ülkelerinde bu stratejin bir parçası olarak gerçekleştirilen terör eylemlerinde, seçilen teröristin inancı ön plana çıkarılarak "Radikal İslami Terörist" gibi sıfatlarla bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu algı operasyonu büyük bir oranda toplumda başarılıda oldu.
Batıda yabancı düşmanlığı ,göçmen karşıtlığına paralel olarak islam düşmanlığı oldukça yaygın bir olgu haline geldi .
Batıda yabancı düşmanlığı ,göçmen karşıtlığına paralel olarak islam düşmanlığı oldukça yaygın bir olgu haline geldi .
Bu siyasetin medya tarafından büyük bir oranda desteklenmesi ile birlikte ,dil ,din ,ırk ,kültür gibi unsurların toplumsal tabanı oluştu ve aşırı sağ partilerin siyasi zeminini oluşturdu.
Fransa'da Nisan ayında başlayacak seçim sürecinde aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi'nin yükselişi ,Almanya'da aşırı sağcı partilerin yükselen grafikleri hep bu küresel politikanın sonuçları olarak okumak gerekir.
Bütün stratejilerini özellikle Avrupa'da göç ve göçmen karşıtlığı üzerine oturtmuş bir siyasi aklın yanında ,bu politikanın Avrupa’ya karşı kurulmuş bir tuzak olarak düşünenlerde var.
Almanya Başbakanı Angela Merkel'in başını çektiği AB ülkelerinin şu andaki yöneticilerinin çoğu kendilerini bekleyen tehlikeye karşı direnmeye çalışıyor.
Göç ve Göçmenler üzerinden İslam Dünyası ile ilişkilerini koparmak isteyen küresel devletlere karşı bir varoluş mücadelesi veriyorlar.
ABD Başkanı Donald TRUMP ,göç ve göçmen karşıtlığının Avrupa'da yeterince sahiplenilmemesine çok kızdığını gizlemiyor.
Acaba Trump 'ın "Bakın dün gece İsveç'te ne oldu " sözü bu kızgınlığın dışavurumu mu ?