Toz duman arasında

Yüksel Ercan

Zaman su gibi akıp gidiyor, ömrünün büyük bir kısmını para kazanmak için harcayan bizim nesil şimdi kazandığı paraları sağlığına kavuşmak için harcıyor, bir ömür Allah’ın kendisi ne emanet ettiği vücudunu dolayısı ile vücut sağlığını geri kazanmak için harcamaktan asla geri durmuyor.

Bizim nesil bir taraftan teknolojiye yenik düşmekten bir taraftan da şimdiki nesillere göre daha çok çalışmaktan ancak çalıştığının karşılığını alamamaktan şikayet ediyor, kendisinden sonra gelen nesillerin hazırcı olduğunu çalışmadan hak etmeden büyük keyifler istediklerini düşünüyor.

Dünya ile birlikte Türkiye’nin de geçirdiği evrim ister istemez insanoğlunu teknolojiye bir noktadan sonra bağımlı yaparken bir taraftan da eski alışkanlıkların içerisinde bulunduğumuz zamanlarda bir anlam ifade etmediğini görüp üzülüyorlar.

Böylesi durumlarda herkes elini şakağına dayayıp bundan belki 30 yıl -40 yıl-50 yıl öncesine gidip “o zamanlar dostluk şöyleydi, arkadaşlık böyleydi, sahtekarlık yoktu, samimiyet vardı” diye sıralayıp gidiyor.

-Geçen zaman ile birlikte hayat ister istemez vücudumuzu da yıpratıyor,

-Yıllar önce tam olan dişlerimiz dökülüyor,

-Saçlarımız seyrekleşiyor yada simsiyah olan renk bir anda beyazlaşıyor,

-Gözlerimiz eskisine göre daha az duyuyor,

-Kulaklarımız eskisine göre daha ağır işitiyor,

-Merdivenleri çıkarken ayaklarımız daha bir geri geri gidiyor.

Zaman zaman yaşı bizden büyük olan dostlarımızın bundan 40 yıl önce günlerdeki gibi hareket etmek istediklerini ancak ağırlaşan vücutlarının buna imkan vermediğini bizde görüyoruz,.

İyiden iyiye yaşlanmalarına rağmen bir türlü yardım almak istememeleri, bununla beraber “ben daha ölmedim” diyerek pervasız bir şekilde hareket etmeleri hemen hepimizin gördüğü hareketler.

İşte böylesi durumlarda biz hem kendi yaşıtlarımıza, hem yaşı bizden büyük olan dostlarımıza sık sık “ Ölümün ne zaman geleceği belli değil, Ne zaman can vereceğimizi sadece bizi yaratan Allah bilir, Ancak bizimde görevimiz can vereceğimiz ana kadar Allah’ın bize verdiği cana iyi bakmaktır, Vücudumuza iyi bakmak bizim başlıca görevimizdir “ tavsiyelerinde bulunuyoruz.

Emeklilik çağına gelmiş yada emekli olmuş dostlarımızın kendilerini bıraktıklarını görüp“ neden bu haldesin” diye sorduğumuzda da “alacağımı aldım satacağımı sattım bundan sonra ne yapmamı bekliyorsun” dediklerinde inanın onların adına biz üzülüyoruz.

Kendilerini bırakan dostlarımıza

“-Sigarayı azaltın hatta imkan varsa hiç kullanmayın

-Yediklerinize içtiklerinize dikkat edin,

 -Sabah kahvaltınızı iyi yapın,

-Öğlen yemeğinizi dostlarınız ile paylaşın,

-Akşam yemeğinizi de düşmanlarınıza gönderin,

-Günlük tıraş olun,

 -Giyim kuşamınıza dikkat edin,

-Elden geldiği kadar spor yapın en azından yürüyün “

tavsiyelerinde bulunuyoruz.

“Bu kadar yetmez daha başka tavsiyelerin yokmudur.?” diyen dostlarımıza “günlük hayatımızın büyük bölümü dışarıda yani ayakkabıların içerisinde geçiyor, bu yüzden kaliteli ve rahat ayakkabı alın, geriye kalan zamanımızın önemli bir bölümü de uyuyarak geçiyor bu yüzden uyuduğunuz yatak son derece kalitesi olsun” diye uyarıyoruz.

Tekrar belirtiyoruz,

Ecelin bizi ne zaman yakalayacağını bilemeyiz,

Ancak yukarıdaki tavsiyelerimize uyulduğu takdirde bir miktar daha kaliteli hayat sürmenin mümkün olabileceğine inanıyoruz,

Zaman zaman herkes etrafında görüyor, aynı yaşta iki insandan birisinin son derece dinç kaldığını ancak diğerinin de yaşıtından fersah fersah ileride olduğunu çok net bir şekilde anlayabiliyoruz.

Bu kadar olup bitenin sonunda bir bakıyorsunuz telefonunuza düşen bir mesajdan çok yakınınızdaki birisinin hayatını kaybettiği yada daha birkaç saat önce çay içip sohbet ettiğiniz bir arkadaşınızın kalp krizi geçirip hastaneye kaldırıldığı haberini alıyorsunuz.

Rahmetli Atsız 'Yakarış' isimli şiirinde

Anlamayız hayatı felsefeyle, ilimle;      
Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı.
Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile?
Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı.

derken bir anlamda rahat ve amaçsız bir hayatın insanı vaktinden önce hırpalayacağını ve yıpratacağını anlatmaya çalışıyor ve bize göre de muhteşem bir tahlil yapıyor.

İnsanın dinç kalmasını sağlayan amaç çeşitli vesileler ile karşımıza çıkıyor, bu amaç bazen  siyaset oluyor, bazen önemli bir kariyer, bazen herhangi bir spor dalında kazanılan bir başarı, bazen de ticarette önlenemeyen bir yükseliş.

Bütün bu yazdıklarımıza rağmen galiba son sözü en güzel şekilde Şair Yılmaz Odabaşı  anlatıyor, Yılmaz Odabaşı, 'Hayat' isimli şiirinde

(Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın

Aslında yokum ben bu oyunda/Ömrüm beni yok saysın....)

Yaşam bir ıstaka/Gelir vurur ömrümün coşkusuna

Hani tutulur dilin

Konuşamazsın

Tırmandıkça yücelir dağlar

Sen mağlupsun sen ıssız

Ve kalbimde kuşların gömütlüğü

Tutunamazsın...

Eloğlu sevdalardan dem tutar

Aşk büyütür yıldızlardan

Yasak senin düşlerin

Dokunamazsın

Birini sevmişsindir geçen yıllarda

Açık bir yara gibidir hala

Hala çok özlersin onu

Ağlayamazsın

Yolunda köprüler çürür

Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda

Savurur hayat kül eyler seni

Doğrulamazsın!

Yapayalnız bir ünlemsin

Dünyayı ıslatan su yağmurlarda

Her şey çeker ve iter

Anlatamazsın...

Yaşam bir ıstaka

Gelir vurur işte ömrünün coşkusuna

Sesinde çığlıklar boğulur ama

Bağıramazsın...

Sonra vakit erişir, toprak gülümser sana

Upuzun bir ömrün ortasında

Ne hayata ne ölüme

Yakışamazsın!

Yazdırmalısın mezar taşına

Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın

Aslında hiç olmadım ben bu oyunda

Ömrüm beni yok saysın...

diyerek içerisinde bulunduğumuz süreci net bir şekilde anlatıyor.

Bizde bu toz duman arasında ve derin duygular ile yolumuza devam etmeye çalışıyoruz.

Umarım kaybolmayız.

Yorum yapabilmek için lütfen sitemizden üye girişi yapınız!
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.