Bir taraftan içerisine düştüğümüz ekonomik kriz, bir taraftan yurdumuzun Suriye sınırında yaşanılan hareketlenme derken nefes nefese diyebileceğimiz bir süreç yaşıyoruz. Var olan bu sorunlardan nasıl sıyrılacağımız konusu bir tarafa doğduğumuz günden itibaren bir türlü gelip biz bulmayan huzurun da artık çok uzaklarda olduğu kanaatine varmış bulunuyoruz.
İçerisinde bulunduğumuz zor zamanlarda aklımıza hep dünyanın var olan bütün belaları gelip bizi buluyor ve bir türlü bırakmıyor. Avrupalı rahat ve huzur içerisinde yaşarken biz kendimizi terörden, ekonomik sıkıntıdan, siyasetçilerin bitip tükenmek bilmeyen ihtiraslarından bir türlü kurtulamıyoruz. Ölüp gitmeden biz de Avrupalı gibi huzuru bulabilecek miyiz? soruları geliyor.
Böyle bir sorunun cevabını aramak için isterseniz on dakika, isterseniz iki ay isterseniz on yıl düşünün, mesele sonunda dönüp dolaşıp siyasete ve ülkeleri yöneten siyasetçilerin aldıkları ya da alamadıkları kararlar dolayısı ile ortaya çıkan iyi ve kötü yaşam biçimine dayanıyor.
Bir gezi dolayısı ile 2004 yılında Kırgızistan’a gitmiştik. Yoksulluğun kol gezdiği, yeraltı kaynaklarının ve teknolojinin olmadığı ata yurdunda vatandaşın yoksulluk dolayısı ile çektiği acı her noktada belli oluyor. Ancak bağımsızlığını kazanmasının üzerinden yıllar geçtiği halde ülkede o günlerde bir türlü bitirilemeyen kayırmacılık, taban ile tavan arasındaki farkında sonuna kadar belli ediyordu.
Kırgızistan’dan,Türkiye’ye dönüş için havaalanına gelip pasaport işlemlerini tamamlamak için yüzlerce insan ile birlikte sıraya girmiştik. İşlemlerin yavaş işlemesi bir taraftan, hava sıcaklığı bir taraftan tam bunaldığımız anda arka taraflardan bir Kırgız polisinin bir vatandaşın elinden tutup, onun bagajları ile birlikte kalabalığı yara yara en öne geçtikten ve vatandaşın pasaport işlemlerini yaptıktan sonra hiç bir şey olmamış gibi geldiği yerden geri gittiğini görünce bir şeyler söylemek istedik ancak yanımızdaki mihmandarımız "Yüksel bey burada işler böyle yürüyor. Demokrasi buralara henüz uğramamış, bu yüzden üst noktada bulunanlar için hayat ne kadar güzel ise alt tabakadaki insanlar için o kazar zor. İnşallah gün gelir demokrasi Kırgızistan’a da uğrar" diye konuştu.
Kırgızistan dönüşünden aylar sonra bu kez bir iş ziyareti için Hollanda’ya, Amsterdam ’a gittik, ertesi gün şehrin caddelerinde dolaşırken arkadaşımız bisiklet ile yanımızdan geçen kişiyi gösterip “Abi bu bisiklet ile giden Hollanda’nın başbakanı” dedi, arkadaşımıza “Böyle bisiklet ile dolaşan Başbakan olurmu” diye sorduğumuzda da "Abi burada Başbakan işe adam almaz, nakil için taraf olmaz, kişiler ve yakınlar için tasarruf kullanmaz, o yüzden Başbakan buradaki insanlar için önemsenmez, çok sayıda Hollandalı Başbakanın kim olduğunu bile bilmez, Zira siyaset buradaki insanların hayatında yoktur” dediğinde şaştık kaldık.
Sonraları zaman zaman doğudaki zaman zamanda batıdaki ülkeleri pek çok kez ziyaret ettik. Bir taraftan o ülkelerdeki şehirlerin mimarisini incelerken, daha fazla bir zaman dilimi içerisinde de oradaki siyasete baktık. O ülkelerde siyasetin insan hayatına ne kadar egemen olup olmadığını inceledik.
Bizim memlekette siyaset her şey.
Bir zamanlar televizyonlarda bir markanın tanıtımı için hazırlanan reklamda 'Eldivenden merdivene kadar her şey' ibaresindeki gibi Türkiye’de siyaset doğduğumuz günden, öldüğümüz güne kadar maalesef bizi sarıp sarmalıyor, hayatımızın şekillenmesinde son derece büyük ve etkin bir rol oynuyor.
Siyaset en basit anlamı ile İnsana hizmet yoludur.
1950 yılında 'Yeter Söz Milletin' sloganı ile geçilen çok partili hayat sayesinde milletimizin Avrupa ülkelerinde yaşayan insanlar gibi rahat edecekleri, siyasetin insanın rahatı için çaba gösterileceği düşünülüyordu.
Ancak bu hedef aradan geçen nerede ise 70 yıllık zaman zarfında bir türlü gerçekleştirilemedi. siyasetçilerimizin başarısızlığına askerlerin her on yılda bir gerçekleştirdikleri darbelerde eklenince insanımızın hayat standardı bir türlü yukarılara çıkamadı, siyasete bir şekilde bulaşanların kendisini kurtardığı memlekette vatandaş halen daha ay sonunu getirememenin sıkıntısını yaşıyor.
Siyaset mekanizması iyi işlese daha açık bir ifade ile siyaset makamı herkese eşit mesafede olsa, “Bana oy verene daha yakınım oy vermeyene daha uzak” anlayışından vaz geçse, Teknolojiye var olandan daha fazla yatırım yapsa, Bilim adamlarının sağına soluna, hangi siyasi fikri savunduğundan çok bu memleket için neler kazandıracağı ile ilgilenilse sanıyoruz ki durum bu günden daha farklı olurdu.
Türkiye artık kararını vermek zorundadır.
Bu ülke ya doğu toplumlarındaki gibi adam kayırmanın sınıf ayrımcılığının var olduğu bir ülke olarak içerisinde bulunduğumuz sorunlarla boğuşmaya devam edecek, ya da Başbakan ile en yoksul vatandaşın arasındaki refah seviyesinin arasındaki makasın kapandığı bir ülke konumuna gelecektir.
Her iki hal içinde karar vatandaşın.