Ayakkabıyla çorapla değil çıplak ayakla basmalı toprağa. Yalınayak çiğnemeli onu doğanın eti, insanınkine değmeli. Toprak da, öyle saksı toprağı ya da beton duvarlarla tutsak edilmiş topaklığından utandırılmış küçük bahçe toprağı değil: dağ, orman, tarla toprağı gibi özgür toprak olmalı ki, dokunana özgürlük bulaştırsın. Olgunlaşmış, dengeli, bilge insan için “Ayağı yere değmiş…”deyimi kullanılır. Sahil kumundan söz etmiyorum, zaten topraktan sayılsaydı adına “kum” denmezdi.
İnsan, verimliliğinin şaşırtıcılığını görmek için, elleriyle de mıncıklamalı toprağı. Yalnızca ayağı kayıp düştüğünde değil: sevgiyle, saygıyla avuçlamalı onu. Bir tohum ekip, on, yüz, bin, milyon almalı. Üretkenliği öğrenip “Benim sadık yarim…” diyebilecek bilgeliğe ermeli.Sürdürülebilir kalkınmanın yolu ülke topraklarını bilinçli işlemek, yok olmasına karşı “Hayrettin KARACA” gibi canımız ve kanımız gibi korumalı. Sürdürülebilir kalkınmanın yolu; ağaçları keserek madenlere yol vermek olmamalıdır. Gelecek kuşaklara yaşanılabilir bir ülke bırakmak istiyorsak, doğadaki tüm canlıların yaşaması için seferber olmalıyız. Dereleri kurutarak, ağaçları keserek, kentleri betonlaştırarak bir ülke kalkınamaz. Tarım alanlarını yapılaşmaya açarak, oksijen deposu olan orman alanlarını birkaç müteahhitte peşkeş çekerek yaşanılabilir bir ülke bırakamayız.
Toprak gönüllü olsanız, dersem kızmazsınız herhalde. İnsanca kalın.