Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun hayata merhaba diyen bir çocuk öncelikle mutlu bir ailede yaşamak, okul yaşına geldiğinde evine yakın bir okula başlamak, imkan varsa üniversiteyi devamında askerlik görevini tamamlamak, iyi bir işe girmek ya da iş kurmak, evlenmek ve mutlu bir hayat sürmek ister.
Bizim ülkemizde de yukarıda anlatmaya çalıştığımız süreç yıllar yılı devam eder. Önündeki engelleri aşa aşa bir noktaya ulaşmaya çalışan insanımız bir taraftan kendi hayatını tanzim etmeye çalışırken diğer taraftan da Avrupa ülkelerinde yaşayan insanlar “nasıl bir hayat sürüyor.?” sorusuna cevap bulmaya çalışır.
Kabul etmek gerekir ki son dönemlerde Avrupa ülkeleri ile daha da önemlisi o ülkelerde yaşayan insanlar ile aramızdaki refah seviyesi uzun yıllar kapanmayacak kadar açılmış vaziyete geldi.
Bir taraftan
-Gayri safi milli gelirimiz bu kadar arttı.
-Dünyada en ileri gitmiş ülkeler ile aynı kategorideyiz.
-Uzay çalışmalarına başlıyoruz.
-Uçak sanayisini kuruyoruz.
İle başlayan ve tükenmek bilmeyen vaatleri sıralayıp duruyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda iktidar partisine mensup orta halli bir iş insanının çayını içiyorduk. Sözünü ettiğimiz iş insanı nerede ise yarım saat kendisinin ve ülkemizin aldığı mesafeyi ballandıra balladıra anlatıyordu ki işyerinin kapısından giren iki kişi "Bu işyeri aylardır elektrik faturalarını ödemiyor, biz de elektriği kesmeye geldik” dediklerinde nasıl bir kara mizah ile karşı karşıya kaldığımızı daha iyi anlamıştık.
Türkiye’nin bugün içerisinde bulunduğu durum sözünü ettiğimiz iş insanının ekonominin nasıl uçuşa geçtiğini anlatırken ödeyemediği için elektriğinin kesilmesi örneği ile birebir aynı olsa gerek.
Bizim yazılarımızı okuyanlar bizi takip edenler bilirler. Üretimin olmadığı bir ülkenin ayakta durması asla mümkün değildir. En temel ihtiyaçlarını bile dışarıdan temin etmeye çalışan, topraklarında herkesi doyuracak ürünler yetiştirilecekken bu ürünleri dışarıdan ithal eden, teknolojide istenilen düzeye bir türlü gelemeyen bir memlekette mutlu olmaya çalışıyoruz.
Her geçen gün büyüyen cari açığı kapatabilmek adına yıllar yılı bir marka üretemediğimizden yukarıda da belirttiğimiz gibi Avrupa ile aramızdaki uçurum her geçen gün derinleşiyor. En azından bir markamız olsa belki bir derdimize derman olacak ama o da yok.
Hal böyle olunca yani kriz yönetiminde de mesafe alınamayınca iş dönüp dolaşıp önce akaryakıt kuyruklarına sonra daha da acısı ucuz ekmek-soğan-patates ve ayçiçek yağı kuyruklarına kadar dayanıyor.
Bu noktada vatandaşı suçlamak “-Kardeşim 5 teneke sıvıyağ alacağına 2 teneke al” demek büyük bir kolaycılık asıl cevap bulması gereken soru yıllar yılı bu yönetime oy vermiş milyonlarca insanın şimdi neden panik halinde gıda maddelerine saldırdığıdır.
Kriz yönetimi işte böyle zamanlarda ortaya çıkıyor, Halkın ekmek-soğan-patates-sıvı yağ kuyruğuna girmesini engelleyecek ekonomik modelleri hayata geçirmek , teknolojik hamle yapmak hep kıskanarak baktığımız Avrupa ülkelerinde yaşayan insanların hayat standardına kavuşmak adına krizi yönetmek hepimizin ortak beklentisi.
Halk daha iyi bir yaşam istiyor, talep ettiği bu rahat yaşamı kendisine sağlamayı vaat eden hangi siyasi oluşum olursa olsun o siyasi yapıyı anında iktidara getirmekten bir an bile geri durmuyor.
Bu durum dünde böyleydi, bugünde böyle yarında değişmeyecek.