16 Nisan tarihinde yapılacak Referandum öncesi sahaya büyük iddialarla gireceklerini ve seçmeni ikna edebilmek için siyaseten var olan bütün argümanları kullanacaklarını söyleyen EVET ve HAYIR taraftarları referanduma iki hafta kala heyecanlarını kelimenin tam anlamı ile yitirmiş durumdalar.
Türkiye 03 Kasım 2002 tarihine kadar bilindiği gibi TBMM’de çok sayıda siyasi parti ile temsil ediliyordu 1999 yılında yapılan genel seçimde yüzde onluk Türkiye barajını aşan MHP-DSP-ANAP-DYP ve FP dönem içerisinde yaptıkları siyaset sonrası MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin isteği ile 03 Kasım 2002 yılında seçime gitmek zorunda kaldılar.
03 Kasım 2002 akşamı sandıklar açıldığında Türkiye için iki partili yani AKP-CHP’li meclis dönemi başlamış AK parti tek başına iktidar olma sayısını yakalarken CHP’de muhalefet partisi olarak yoluna devam ediyordu.
İşte o tarihlerden sonra Türkiye ideolojiden arınmış ideolojik tavırlardan soyutlanmış bir siyasi noktaya doğru gitmeye başlamıştı, Aslında o tarihten sonra belki Recep Tayyip Erdoğan gibi karizma bir lider olmasa siyasi partilerin esamesi bile okunmayacaktı.
İçerisinde bulunduğumuz günlere kadar gelindiğinde Türk insanı siyasetin kendi derdine derman olamadığını ve her geçen gün siyasetin parti genel merkezlerindeki dar bir kadronun eline geçtiğini, bu kadroların istediği insanların milletvekili yada Belediye başkan adayı olarak atandığını görünce umutsuzluk iyiden iyiye azalmış oldu.
Dikkat edin Referanduma 14 gün kala her iki tarafta son derece dar bir kadro ile sahada siyaset yapmaya çalışıyorlar, Türk seçmenin son 4-5 seçimdir sadece ve sadece liderlere bakarak karar verdiğini az çok kestiren yerel siyasetçilerde bir anlamda “yasak savmak” adına çalışma içerisine girmiş bulunuyorlar.
Bugünlerde 80 milyon nüfusu bulunan ülkemizde elinde akıllı telefon olmayan nerede ise yok gibi, böylesi teknolojik bir ortamda vatandaş dünyada ve Türkiye’de olup bitenleri olay meydana geldikten saniyeler sonra öğrenme imkanı bulabiliyor.
Hal böyle olunca Referandum çalışmasına katılmak için sahaya inen siyasetçilerin gidebilecekleri ve propaganda yapacakları alanlarda aslında sınırlı bir çerçevede kalıyor, STK’ların artık eskisi kadar etkili olmadığı Sendikaların varlıklarını devam ettirmeyi bırakın ayakta kalmakta bile güçlük çektikleri bir ortamda seçim çalışmalarına katılan partililerde yolda kimi yakalasalar akıllı telefonları aracılığı ile selfie yapıp bunu da seçim çalışması olarak sosyal medya hesaplarında kamuoyuna aktarmak zorunda kalıyorlar.
Son birkaç gündür biz hem çalışmalara katılan partilileri hem de bu partililerin ziyaret ettikleri kişi, kurum ve kuruluşları son derece dikkatli bir şekilde takip ediyoruz, Partililerin ziyaretleri sırasında medya kuruluşlarına servis ettikleri fotoğraflara ve fotoğraflardaki dinleyici kitlelerine son derece dikkatli bir şekilde bakıyoruz, fotoğrafları büyütüyor, vatandaşların yüz ifadelerine, mimiklerine ve siyasetçileri dinlerken daha doğrusu dinler gibi yaparken nelerle meşgul olduklarına odaklanıyoruz.
Bir konuşmacı için en kötü durum konuşma yaparken dinleyicilerin kendisini dinler gibi görünüp aslında başka işler ile meşgul olmalarıdır, Şu sıra toplantılara bakıyoruz, salonda bilemediniz 50-60 dinleyici var, Hatip artık herkesin dinlemekten bıktığı beylik konuşmaları yaparken konuşmacıyı dinlemek zorunda bırakılan misafirlerin bir tamamı ya ellerindeki akıllı telefonlar aracılığı ile sosyal medya hesaplarındaki gelişmeleri takip ediyor ya da hiç durmaksızın çalan telefonlara cevap ulaştırmaya çalışırken konuşmacının insicamının bozulmasına vesile oluyorlar.
Referanduma iki hafta kala zaten kararsız seçmen yok, bir siyasi görüşe mensup seçmen bir an önce 16 Nisan tarihinin gelmesini bekleyip oy kullanmayı düşünürken daha fazla bir kitle “benin ne işim var bu tür konuşmaları dinlemekte arkadaşlarımla kahvede okey oynamak dururken hergün dinlediğim bu ifadeleri bir kez daha neden tahammül edeyim.?” yakınıp duruyorlar.
Böylesi bir ortamda heyecandan bahsetmek artık mümkün değildir, Siyaset yapmak isteyen ancak partilerin genel merkezlerindeki yapının içerisine giremediği yada yıllar geçtiği ve imkan olduğu halde bir türlü değiştirilemeyen siyasi parti kanunu dolayısı ile önsesimin olmadığı bir noktada “siyasetten nemalanan kim varsa onlar koştursunlar” düşüncesi daha bir ön plana çıkıyor.
16 Nisan tarihindeki referandumdan sonra siyaset muhtemelen biraz daha yukarılara çekilecek, vatandaş ile siyaset arasındaki makas aralığı şu anda olduğundan daha fazla açılacak, sonrasında ise seçime katılma oranları Avrupa ülkelerindeki gibi daha da azalacaktır.
Bundan sonra hiç kimse hamaset dolu nutukların atıldığı seçim meydanları beklemesin, 1970’li, 80’li yılların 500 bin kişilik seçim meydanlarından sonra şu an gördüğümüz taşımalı mitinglerin bile aranacağı bir siyaset anlayışı da sonlanmak üzere.
Bu yüzden şu an saha mecburen olan partililerde o partilileri dinlemek zorunda bulunan dar kadrolu bir dinleyici kitlesi de “Bitse de gitsek” diye 16 nisan tarihini bekliyor.